5053873217 [email protected]

ADIMIZI ALABİLİRSİN AMA RUHUMUZU ASLA

Euroligte ilk turun son haftasına giriyoruz. Beşiktaş ve Anadolu Efes gruplarında üçüncü sıradalar ve ikinci ve dördüncü takımlardan ikişer galibiyet uzaktalar aynı zamanda çekişmeden ve rekabetten.. Fenerbahçe Ülker ise tıpkı geçen seneki gibi bir Cantu maçına ölüm kalım maçı havasında çıkacak. Panathinaikos Khimki’yi Rusyada yenerse bu galibiyet Fenerbahçe’yi üçüncü sıraya taşıyacak. Olası mağlubiyet ise Fenerbahçe’yi devre dışı bırakacak. İsmimizi de verdik paramızı da verdik ne kaaa yıldız da varsa aldık. Ama sahaya ruhumuzu verme konusunda çok cimriyiz. Sezon başında demiştim “Sato-Batiste’i aldık beğenmediğimiz Ukic’i verdik. Hala Pao bizden daha iyi ise sözün bittiği yer olur” diye. İşte o yerdeyiz şu anda. Beşiktaş’ı ayrı tutuyorum. Düşük bütçeli toplama bir takımla ilk kez katıldığı Euroligte turu değil üçüncülüğü çok erken garantiledi. Efes nerde? Aynı yerde. Fener nerede? o öyle olursa bu böyle olursa en iyi ihtimal üçüncü olacak. Elenme ihtimali de var. Ne anladık bu işten? Nerde harcanan onca paranın karşılığı? Nerede krizdeki Avrupa takımlarından bir bir çalınıp alınan yıldızlar? Her hafta “inşallah haksız çıkarım” diyorum ama zaman geçtikçe haklılığım daha da belirginleşiyor. Teknik noktalar aynı devam ediyor. Son maçta Pao Feneri reboundlarda ezdi, daha doğrusu biz ezilmeye devam ettik. Asist konusunda ise tüm takım olarak Diamanditis’i geçmişiz 10 asistle. Diamanditis 9 asist yapabildi sadece..İkinci tura kalırsak Fenerbahçe için umut verici bir gelişme..Kazasız belasız, pek gurur verici bir şekilde olmasa da üç takımımızla devam ederiz inşallah Eurolig serüvenimize. Beşiktaş takviyelere başladı. Efes düşünmüyoruz dedi. Zaten Efes’in kadro yeterli. Fenerbahçe ise kesinlikle asist yapan gerçek bir oyun kurucu ile rebound alabilen gerçek bir pota altı oyuncusu almalı. Ama Fener ve Efes’in kesinlikle ve öncelikle “ruh” kazanması şart.

Final Four hedefi koyan takımlarımızın bu kadar kırılgan olmaları, bu kadar kolay pes etmeleri asla kabul edilemez. Hep bahsettiğimiz asist ve rebound zaaflarımız sadece kadro eksikliğinden kaynaklanmıyor. Pozisyonlarının ustası oyuncuları da getirsek mücadeleci ruh olmazsa tedavi başarılı olmaz. Bu sene belki şans belki şansızlık, ikinci turda sekizer takımlı iki grup olacak. Takımlarımızın düzelmesi! için iyi bir fırsat olabilir. Ama bu kafayla gidersek de basketbol severler için Testere II tadında yaşarız Top 16 maçlarını..

YILDIZLAR SALI GÜNÜ İÇİN NE DİYOR?

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu sabah erken saatlerden itibaren Merkür 31 Aralık tarihine kadar kalacağı Yay burcuna tekrar geçiş yapacak. Tekrar diyorum zira daha önce Yay burcunda ilerlerken geri hareketi ile Akrep burcuna geri dönmüştü. Şimdi ise tekrar Yay burcundaki ilerlemeye başlayacak. Merkür, zihnimiz, algı ve iletişim tarzımız, her türlü iletişim ve seyahat konuları ile düşünce yapımızı sembolize eden gezegen. Yay burcundaki iken, düşüncelerimizde özgürleşme ihtiyacı doğuracaktır. Yeni bilgilere ulaşmak, keşfetmek ve bu bilgileri içselleştirip diğer insanlara da aktarmak ihtiyacında olacağız. Kavrayışımız da yüksek seviyede olacak ancak odaklanmakta ve bir konuya kilitlenmekte zorlanacağız. Yani çok fazla fikir üretilecek ancak icraata yönelik olmayanlarını yani abartılar içerenleri içinden ayıklamak gerekecek. Zihnimiz uçuşmaların içinde salınırken, herkes kendi görüşlerini diğer insanlara anlatmak ve fikirlerini yaymak konusunda fazlasıyla hevesli olacak. Derin ve detaylı öğretilerin, bilgilerin içinde dağılma riskimiz de olacak ama ben yine de Merkür Yay burcunda iken bizlere keyif katacak keşifler yaratacağına ve mutlu hissetmemize vesile olacağına inanıyorum.

ÇATIŞMA RİSKİNE DİKKAT

Güne oldukça zinde ve hırslı bir şekilde başlayacağız. Sanki hiçbir engel ya da güç bizi yıkamaz hissi. Biz bir şeyin olmasını gerçekten istemişsek, önünde hiçbir şey duramaz, inancını kalpten hissettiğimiz bir sabah olacak. Sağlam ve emin adımlarla yürümek istediğiniz, irade ve inanç gerektiren her türlü konu için çok uygun olacak özellikle sabahın erken saatleri. Tezcanlı tavırların, önünüzü görmenize engel olmasına izin vermeyin. Her anlamda… Hem karar verirken ve bu karar doğrultusunda hareket ederken, hem de fiziksel boyutta. Yani iki anlamda da kazalara açık olacağız. Eğer olaylara bakış açımızda sabitlik ve inat tavrının önüne geçemezsek de diğer insanlarla çatışma riskimiz olacak. Sabahın yüksek enerjisini, üzerimizdeki negatifi diğer insanlara boşaltmaktansa, üretmek ve fayda sağlamak adına etkin bir biçimde kullanmamız daha güzel olur.

15.09’DAN SONRASI ‘BAŞLANGIÇLAR İÇİN MÜSAİT DEĞİL

Öğleden sonra kafamız oldukça karışacak. Sabahtan bu yana yaptığımız şeyler sanki birden, birbirine girecek. Zaten uçuşan bir sürü fikir var kafamızda, bir de bunlar birbiriyle çatışacak. Kendimizi ateşli şekilde bir fikri savunurken aynı zamanda da bu fikrimizi aniden değiştirirken bulabiliriz. Anlatırken, konunun başka detaylarına da kapılıp kendi görüşümüzü dışlama ya da değiştirme gibi… Kesinlikle karar almak ve odaklanmak gerektiren işlerle uğraşmak için uygun bir zaman dilimi değil. Büyük sözler etmeye ya da taahhütlerde bulunmaya kalkmayın. Tutamayıp mahçup oluverirsiniz. Saat 15:09 sonrasında Ay zaten günün geri kalanında boşlukta olacağından, başlangıçlar ve uzun vadeli olmasını beklediğimiz adımlar için müsait değil. Ciddi işleri bir kenara bırakıp, daha keyifli şeyler yönelmek daha uygun günün kalanı için. İkili ilişkilerde bir iyilik hali ve yakınlaşma ihtiyacı olacak. Buna neden olan en belirgin şey, duygusal anlamda hasssiyetimizi paylaşacağımız, hatta adeta hiç konuşmadan bile olsa sadece sığınacak yaslanacak bir omuz ihtiyacı duymamızdandır. Bu etki akşamın ilerleyen saatlerinde daha net hissedilecek. Eğer biriyle birlikteyseniz kesinlikle onun yamacında olmak, varlığını hissetmek isteyeceksiniz. Hayatında özel bir kişi olmayanlar da bu ihtiyacı duyacaklar mutlaka. Ama özellikle akşam saatlerinde, özellerini, duygularını paylaşabilecekleri o insanın olmamasının yüreklerini ne kadar acıttığını fark edecekler belki de. İlişkilerde tutkunun, sahiplenmenin, derinleşme ihtiyacının, yakınlaşmanın gerçekten yoğun olarak kendini belli edeceği bir akşam olacak. Dertlenip, yüreğinizdeki sevgiye küsmeyeceğiniz, eğer siz hayatınızda “o” kişiye yer açmışsanız mutlaka gelip açtığınız yere oturacağını fark edebileceğiniz bir akşam geçirmenizi dilerim.

 

Samiye ÖZBAŞ SOYSAL

http://astrokarmik.blogspot.com/

 

Tüm yorumlar için tıklayın

SAMİYE ÖZBAŞ SOYSAL’DAN ASTROLOJİ YORUMLARI

 

 

 

 

 

 

 

Astroloji uzmanı Samiye Özbaş Soysal haftalık yorumlarıyla artık bizlerle olacak. Astrokarmik isimli blog sitesinde astrolojiyle ilgili yazılar yayınlayan Soysal, gönlünü yıldızlara kaptırmış ve her şeyi bırakıp kalbinin sesini dinleyen ender isimlerden biri. 1996 yılında da İ.Ü. İstanbul Tıp Fakültesi’nden mezun olan Samiye Özbaş Soysal’ın yolu 2008 yılında astrolojiyle kesişti. Zeynep Süzmen Şen ile başlayan eğitimi, ileri seviye-Klasik, Horary, Electional Astrolojide Öner Döşer ile devam etti. Son olarak da Barış Özkırış’dan Astropsikoloji eğitimi aldı. Soysal, astrolojiyle ilgili çalışmalarına devam ediyor.

Samiye Hanım’a Gazetepress ailesi olarak ‘Hoşgeldin’ diyoruz…

PAZARTESİ GÜNÜ BİZİ NELER BEKLİYOR?

PAZARTESİ sabahına, geceyi uykumuzda oldukça aktif olarak geçirmiş ve bu yüzden de biraz yorgun olarak merhaba diyeceğiz. Rüyalarımızın yoğun olduğu, enerji bedenimizde belirgin çözümlemeler yapabileceğimiz etkiler olacak gece saatlerinde. Eğer rüya ile uyanmışsanız, hemen zihninizin devreye girmesine izin vermeyin. Biraz daha o uykuyla uyanıklık halinin devamı için çaba sarf edin. Rüyanızdan bölümler hatırlamaya çabalayın. Gerisi bir şekilde gelecektir. Henüz sabah olmamışsa da rüyanızdan spot kelimeler belirleyip, sabaha hatırlamak adına kendinize kodlamış olursunuz. Niye yapayım bunu demeyin sakın. Aslında rüyalarımızın kıymetini gerçekten tam olarak bilemiyoruz. Bize ne çok mesajlar verdiklerini ve hayatımızı kolaylaştırabileceklerini. Herhangi bir mesaj alamasak bile, enerji bedendeki dengesizlikleri onarmak adına ne kadar kıymetli olduklarını… İşte her zaman bu kadar rüyalarımıza yakın olamayabiliyoruz. Herkes için söylemiyorum tabi ki. Bazı kişilerin doğum haritası bu konuda Allah vergisi bir yeteneğe sahip olduklarını çok net gösteriyor. Ama bu gece, sizin böyle bir eğiliminiz olmasa bile gökyüzü bunu destekleyecek. Değerini bilebiliriz umarım…

Sabah saatlerinde oldukça hassaslaşmış ve duyarlı olacağız. Azimli, dimdik ve kararlı ama gözümüz kara değil. Sadece kendini bilmek ve gücünü kabul etmek hali bu. Aslında neler yapabileceğini görmek ve inancını kazanmak gibi… Bir pazartesi sabahı için oldukça farklı bir durum bu.” Durgun ve derinden” en doğru tanımlama olur herhalde. Sanki olacaklara ruhen hazırlanan ve gücünü idareli harcayan bir halimiz olacak öğlene kadar.

Öğlen saatlerinde ise içinde bulunduğumuz durumu oldukça ciddiye alan ve kendimizi kontrol altında tutmaya çalışan bir halimiz olacak. Eğer gerçekten buna ihtiyaç varsa yani disiplinli olmak zorunda olduğunuz bir ortamda ya da işin içindeysek ok sorun yok. Ama sadece açık vermemeye çalışıyorsanız ve kendinizi, bazı duygularınızı kapatıp göstermemekse amacınız yorulmaktan başka bir işe yaramayacaktır bu tutum. İstikrarlı, kararlı, ve yaptığı işe yüzde yüzünü veren bir yanımız olacak öğleden sonra. Hareket etmek ve kendini ortaya koymak adına hem cesaretimiz hem de özgüven ve öz irademiz olacak. Önemli sayılabilecek projelere adım atmak için çok uygun bir zaman dilimizdeyiz. Hiç beklemediğimiz yerlerden destek kapıları açılabilir. Bizim bu sağlam duruşumuz mutlaka çevremizi ve karşımızdakileri de etkileyecektir. Eğer ne yapıp edip almak istediğiniz taahhütler varsa isteyin. Öyle sevecen ve sıkı fıkı ilişkiler olmayacak. Ama herkes birbirine saygı gösterecek ve hak yememek adına özen gösterecek. Mantıklı olan yanımızla diğer yanımız bir uyum içinde hareket edecek ve bizi doğru olan, başarıya götüren yola yönlendirecek.

Her ne kadar hem maddesel hem de ruhsal bir çok açıdan çok verimli bir gün olsa da akşama doğru zihnimiz oldukça yorulacak. Akşam saatlerinde zihinsel verim almayı beklediğiniz işlere hiç bulaşmayın. Kafanızı dinlendirecek sizi rahatlatan ne varsa ona zaman ayırın. Bütün gün yapıp kotardıklarınızın muhasebesini de yarına ya da başka bir zamana bırakın.

 

Samiye ÖZBAŞ SOYSAL

http://astrokarmik.blogspot.com/

 

Tüm yorumlar için tıklayın

HAYATIMIZA DOKUNAN MUTLULUK TOHUMLARI

Çoğu zaman olduğu gibi bugünlerde de bir yandan haberlerden ya da çevremdeki insanlardan üzüleceğim, şaşıracağım, sinirleneceğim bir sürü şey duyuyorum. Ama bir yandan da sürekli bunların inadına, mutluluk taşıyan tohumlar “biz de buradayız” diyor sanki, bir ağlıyorsam bin gülüyorum. Bu yazımda sizlere, bu sıralar beni sıkça gülümseten, ne zaman konuşsak içimi ısıtan ve bence o tohumlardan birisi olan bir güzelden bahsetmek istiyorum:

Kendisiyle hafta sonu bir arkadaşım vasıtasıyla tanıştım. Hani derler ya önceden böyle olacağını söyleseler asla inanmazdım diye, aynen öyle… Hem cinsler birbirini çekemez, baştan aşağı bir süzer derler ya, bilenler bilir bende öyle şeyler yoktur, aksine haddimi bilir ve güzelin hakkını da veririm arkadaş. Böyle pür neşe “aman ne güzelmiş nasıl da sempatikmiş” diyordum ki birden içimden acaba röportaj verir mi ki? diye geçti ve bir de baktım sormuşum bile.-Evet çoğunlukla dilimi tutamıyorum.- Aferin sana, e bir nefes aldırsaydın Başak daha yeni tanışmışsın, biraz zaman geçseydi falan derken cevap geldi: Tabi ki seve seve. Ben: ( Şok olmuştur) Bakakalmışım. Böylelikle dilimi tutabildiğim nadir anlardan birini de sizlerle paylaşmış oldum.

 

-3 dakika sonra- Konuşmaya bir başlamışız ki sormayın dostlar. Resmen kızı benden kurtarabilene aşk olsun. E ama ben ne yapayım, tüm kabahat onda. Bir insan bu kadar güzel ve sempatik oldu diyelim, bu kadar mı mütevazı olur? Hadi o da oldu diyelim, aynı anda bu kadar sıcak ve içten de olur mu? Bir yandan konuşuyoruz, bir yandan benim ağzım 5 karış açık, hem heyecanlı hem mutlu ama en çok da şaşkınım. Olanlara inanamıyorum. Hani birisiyle tanışırsınız ve konuşurken onda kendinizden bir şeyler bulursunuz, belki üslubunuz benziyordur ya da daha başka şeyler, hatta bir anlık acaba ruh ikizi denen şey gerçekten var da karşımda mı duruyor dersiniz ya -tabi bunları demeniz şart değil, içeriğin benzemesi yeterli- işte öyle bir şey dolanıp duruyor beynimde. Tam olarak tarif edemesem de kendimi ona inanılmaz derecede yakın hissediyorum.- İtiraf ediyorum bu cümleyi söyleyenlere de hiç inanmazdım ama sahiden öyle bir his varmış.- Konuşma boyunca kendimi birkaç kere dürttüm galiba. Öyle samimi konuşuyordu ki sanki biz senelerdir birbirini tanıyan çok iyi iki arkadaştık. Hatta açık söyleyeyim biriyle yeni tanıştığımda içten içte acaba “Daha yeni tanıştık bu ne samimiyet” diyorlar mıdır diye düşündüğüm olmuştur ama pek rol yapamam orası da ayrı. İşte ilk defa bu hissi yaşamadan bir konuşmayı sonlandırdım… Eminim ben konuşma boyunca olduğu gibi bittiğinde de alık alık bakıyordum. İşte sonra kendimi defalarca oley oley oley derken buldum. Yanlış anlaşılmasın, bu oleyler röportajı kabul ettiği için değil –tabi ona da çok sevindim ama- “böyle insanlar hala var oleyi” bunlar. Ve tabi ki onu iyi ki tanıdım oleyi. Bence herkesin hayatına en az bir kere böyle insanlar dokunmalı, ya da belki dokunuyordur, öyleyse onları fark etmeli, peki sizin hayatınızdaki mutluluk tohumları kimler?

O gün heyecanım, mutluluğum ve şaşkınlığım geçip de biraz durulduktan sonra bu iletiyi yazıvermişim: “Tam böyle her şeyden vazgeçecek oluyorsunuz, lanet olsun ya kendine hayatına bak en iyisi diyorken biriyle tanışıyorsunuz, yok yok öyle değil, hala savaşmaya değer cümlesini resmen gösteriyor. İyilik, güzellik, duruluk, içtenlik… Ne ararsanız var işte. Bir gayretle tekrar asılıyorsunuz işte halatlara… İşte bunlar olup biterken hayat da böyle geçecek sanırım. Ama hayata dair bugünüm güzeldi en azından.” Bu iletide adı geçen tanıştığım o “birisi” sevgili Açelya Özcan. Kendisini en son Aşkın Halleri dizisinde İnci karakterinden hatırlarsınız. İyi ki var ve ben iyi ki tanıdım onu. Çünkü bence hep dönse de dünya, o ve onun gibiler olduğu sürece güzel ve yaşanılası bir yer oluyor.

Başak SULTAN

NE ZAMAN KAYBETTİK HAYALLERİMİZİ

Bugün öğleden sonra terasa çıktım. Havalar artık iyice esiyor burada. Nihayet sonbahar geldi diyebiliyoruz diyerek binamızın etrafında yapılan yeni binalara bakarken binanın hemen önünde yer alan küçük bir kulübe ve çevresindeki taşlar gözüme ilişti. Ara sıra çocuklar bir sandalye çekip dibine ilişiyorlar bu minik evin. Babamlardan duydum, meğer burası güvercinlerinin evi, koca gökyüzü onlarınken taşlarla çevrili alan da bahçesiymiş.
Bir tebessüm oluştu ister istemez suratımda. Ardından da soru işaretleri belirdi. Apartmanın yan tarafında da çocukların kendileri için kurdukları küçük bir kulübe olduğunu hatırladım ama görseniz kulübe demeye bile bin şahit ister. Tahtalarla çevrili alan demek daha doğru olur sanıyorum. Onu da hatırlayınca dedim ki aslında çocukken her şey ne kadar kolay. Araba mı istiyoruz? Bir süpürge oluyor bize araba. Frenine kadar ses emeği, göz nuru. En kral daire bizim halımızın üzerinde çizdiğimiz sınırlar, yağmuru biz istersek yağdırır, çamuruna da asla burun kıvırmayız. Birbirimizin yanağından -hatta belki kaçamakça dudağından- kopardığımız o masum öpücükler, sözleşmelerle atılan nice imzalardan daha gerçek oluyor. Ne istersek onu veriyor bize hayal gücümüz. Bir çocuk ne ister ki? Diye düşünmeyin. Düşünceleriyle görünenden çok daha zengin bir dünya oluşturabiliyorlar. En azından kendi çocukluğunuzu bir an olsun düşünürseniz yetişkin hallerinizle aradaki farkı pek ala göreceksinizdir. Peki sonra ne oluyor da git gide doyumsuz hale geliyoruz? O olmazsa olmaz, bu olmazsa olmaz diyerek hayatı sürekli erteliyor ya da hırslarımızın peşinde koşarken bir gün kendimizi harap olmuş bir şekilde buluyoruz. O eşya, bu iş, o ev, şu araba… Yetinmeyi unutup hayallerimizi gerçeklerle takas ederken belki de en büyük zenginliğimizi yok yere heba ediyoruz. Sanırım büyümenin bedellerinden biri de bu. Oysa çocuk dünyasının hayallerini hangi gerçek satın alabilir ki?
Gördüğüm bu manzara bunları düşündürdü bana. Kumdan kalelerini dalgalara vermemek için sonuna kadar savaşan o küçük komutanların masumiyetine dönmek istedim. Ve başta mahallemin çocukları olmak üzere bu satırlara ilham olan tüm çocuklara selam olsun…

Başak SULTAN

YAZIMI KIŞA ÇEVİRDİN NEŞET BABA…

Neşet Babam gitmiş…
Önceki gün kötüleştiğini duyduğumda hissetmiştim sanki. Nedense her zaman hayata olumlu bakmaya çalışsam da bu sefer öyle bakamadım.

Garip bir ürperti olmuştu içimden. Okula gittim, derse girdim, arkadaşlarımla konuştum gülüştüm bile. Bazı şeyleri yok saymak böyle bir şey mi acaba? Buna rağmen duyduğumda sarsıldım. Ekrana çakıldım kaldım, boğazıma koca bir fil oturdu sanki… Hani gözyaşları oraya diziliverir gıcık tutar, yutkunursunuz yutkunursunuz da geçmez ya, öyle işte. Sesim soluğum kesildi. Tüm gün yazmak istedim ama içimi dökeyim acımı paylaşayım derken saçmalamaktan korktum ve hala da korkuyorum aslında ama sonunda hoşgörünüze sığınarak yazıyorum işte.
İnternetin hatta cep telefonunun bile olmadığı zamanlardı. Babam, annem ve kardeşimle bu ülkenin doğup büyüdüğüm bir şehrinde yaşıyorduk. Tıpkı hikayelerdeki gibi, küçük mutlu bir aile olarak. Bizim evde ütüleri genelde babam yapardı. Ve özellikle ütü yaparken evde dinlediğimiz sanatçılardandı Neşet baba. Onun gibi söylemeye çalışarak eşlik de eder, ara sıra kendi kendimize oyun havası oynamaya çalıştığımız da olurdu. Bazen babam bir yandan ütü yapar bir yandan oynardı.

En çok Yazımı Kışa Çevirdin türküsün severdim ben, karlar yağdı başa Leyla’m diye devam eder hani. Daha ergen bile değilim aşkı nereden bileceksem artık içli içli de söylerdim onunla. Neşet baba benim çocukluğum demekmiş. Benim için önemli olduğunu hep bilirdim de ne kadar önemli olduğunu ancak şu an anlayabiliyorum. Çünkü sanki sadece o değil de onunla birlikte çocukluğumdan bir parça da kırılıp gitti… Şimdi geçmişe dönüp baksam biz, o küçük mutlu ailemiz, ütü yapan babam, boyumdan büyük türkülere eşlik edişlerimiz orada olmayacakmış gibi geliyor…
Aslını isterseniz, içimden hıçkıra hıçkıra ağlamak geliyor. Ama nedense gözlerim dolduğunda gözyaşlarımı tutuyorum. Sanki o bunu istemezmiş gibi geliyor. Velhasıl, yazımı kışa çevirdin be Neşet baba…

Başak SULTAN