5053873217 [email protected]

SKOLYOZ NEDİR?

OMURGA AĞAÇ GİBİ YANA EĞİLİNCE `SKOLYOZ’ OLUYOR

Skolyoz omurganın yana doğru eğriliği anlamına geliyor. Skolyoz aslında bir hastalık değil, bir bulgu. Çeşitli hastalıklar skolyoza neden olabiliyor. Ayrıca altta yatan asıl hastalığa bağlı olarak farklı şekillerde ve omurganın farklı bölgelerinde oluşabiliyor. Aynı hastalığa bağlı skolyozda bile eğrilikler kişiden kişiye değişiyor. Skolyoz her hastada kendine has bir şekilde görülüyor, buna göre tedaviden alınan sonuç değişebiliyor. Skolyoz Farkındalık Ayı nedeniyle, Acıbadem Maslak Hastanesi Omurga Sağlığı Merkezi’nden Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Alanay’a, skolyoz hakkında merak edilenleri sorduk.

Skolyoz nasıl görülüyor?

Vücuda arkadan bakıldığında normal omurga düz bir görünümdedir. Kişinin gövdesine yandan baktığınızda ise omurgada normal bir takım eğrilikler görülür. Göğsün üst bölgesinde normal bir kamburluk veya kifoz varken boyun ve omurganın alt bölgesinde içe doğru bir eğrilik vardır. Skolyozlu bir omurgaya arkadan bakıldığında ise yana doğru bir eğrilik görülüyor. Bu da kişiye yana doğru eğiliyormuş gibi bir görüntü veriyor. Bu durumun da kötü postür (duruş) ile karıştırılmaması gerekiyor. Skolyoz ile birlikte sık sık yan planda da değişiklikler görülebiliyor.

Skolyoz ‘tek eğrilik içeren’ ve ‘çift eğrilik içeren’ omurga görüntüsüyle kendini gösterebiliyor. Skolyozlu omurga aynı zamanda kendi etrafında da dönüyor. Bu dönme sonucu vücudun bir yarısı yukarı kalkarak bir hörgüç görüntüsü oluşturabiliyor.

Skolyoz türleri ve skolyoza neden olan hastalıklar nelerdir?

Skolyoza neden olan bir çok hastalık bulunuyor. Hastaların takipleri ve tedavileri de altta yatan hastalığa göre değişiyor. Skolyoz türleri ve skolyoza neden olan hastalıklar, görülme sıklığına bağlı olarak şöyle sıralanıyor:

İdiopatik skolyoz: En sık görülen skolyoz tipi. Sebebi bugüne kadar aydınlatılamadığı için “idiopatik” yani ‘sebebi bilinmeyen’ şeklinde adlandırılıyor.

Nöromusküler skolyoz: İkinci sıklıkta görülüyor, altta yatan bir sinir-kas hastalığı mevcut. Sinir hastalıkları beyin veya omurilikten kaynaklanabiliyor. Örneğin çocuk felci, serebral palsi, meningomyelosel, travmaya bağlı omurilik yaralanması ve felç olan çocuk hastalar. Kas hastalıkları, çocukluktan itibaren veya daha geç dönemde ortaya çıkabilen hastalıklar ( Örneğin, Duchenne hastalığı) da bu duruma örnektir.

Konjenital skolyoz: Çocuğun anne rahminde gelişimi sırasında ortaya çıkan omurga anomalilerine bağlı olarak ortaya çıkıyor. Doğuştan başladığı için genellikle ilerleyici özelliği var.

Nörofibromatozis: Kemik ve yumuşak dokuları tutan bu hastalığa sıklıkla skolyoz eşlik ediyor.

Bunlar dışında romatizmal hastalıklar, bağ dokusunu tutan hastalıklar, omurga kırıkları, omurga enfeksiyonları, metabolik hastalıklar ve sendromik genetik hastalıklar da skolyoza sebep olabiliyor. Bu hastalıklara sahip olan bireylerin skolyoz açısından sıkı takip altında olması gerekiyor.

Skolyozun belirtileri nelerdir?

Bir omuz, diğerinden daha yüksekte olabiliyor.
Bir skapula (kürek kemiği), diğerine göre daha yüksekte ya da daha belirgin olabiliyor.
Kollar yanlara sarkıtıldığında, bir tarafta kolla gövde arasında daha fazla boşluk olabiliyor.
Bir kalça, diğerine göre daha yüksek ya da daha belirgin görünebiliyor.
Kafanın izdüşümü leğen kemiklerinin ortasına denk gelmeyebiliyor.
Hastaya arkadan bakıldığında ve omurgası yere paralel hale gelene kadar öne eğilmesi istendiğinde, sırtının bir tarafı diğerine göre daha yüksek görünebiliyor.( Hörgüç gibi görünüyor.)
Skolyoz neden kaynaklanıyor?

Yapılan tüm çalışmalara rağmen en sık görülen idiopatik (sebebi bilinmeyen) skolyoza neyin neden olduğu ortaya konamamış durumda. Skolyozun genetik kaynaklı olabileceğini gösteren bazı kanıtlar bulunuyor. Ancak tam bir genetik geçiş şekli tanımlanabilmiş değil. Genetik faktörler dışında, büyüme gibi çevresel faktörlerin de skolyoz gelişiminde etkili olabileceği düşünülüyor. Kötü duruş alışkanlığının, ağır çanta taşımanın ya da çantayı tek omuzda taşımanın skolyoz oluşturduğuna dair ise hiç bir kanıt bulunmuyor. Jimnastik gibi bazı spor dallarının skolyoz gelişme riskini arttırdığına dair bazı bulgular olmasına rağmen bunun aksini iddia eden bilimsel yayınlar daha fazla. Yani, herhangi bir spor dalının skolyoza neden olduğunu gösterir kuvvetli kanıta dayalı bir bilgi yok.

Skolyozun tedavisinde hangi yöntemler kullanılıyor?

Skolyoz tedavisinde gözlem-egzersiz, korse uygulaması ve cerrahi müdahale olmak üzere başlıca üç yöntem bulunuyor. Bu yöntemleri şöyle anlatmamız mümkündür:

GÖZLEM-EGZERSİZ: Hafif eğriliklerde hastanın düzenli muayeneler yapılarak gözlemlenmesi, bu arada egzersiz (Schroth yöntemi vb.) ve spor programlarına alınması uygun olabiliyor.

KORSE TEDAVİSİ: İskeleti tamamlanmamış hastalarda orta şiddetli veya artmakta olan skolyoz için korse (ortez) tedavisi önerilebiliyor. Korseler, aktif iskelet büyümesi sırasında eğriliğin artmasını engellemek için karşı destek olarak görev yapıyor. Korseler omurgayı tamamen düzeltemiyor ve hastaların tahmini olarak en azından yarısında eğriliğin artmasına engel olamıyor. Korseden beklenen en iyi başarı, eğriliğin tespit edildiği derecede kalıp daha fazla ilerlemesinin ve cerrahi sınıra erişmesinin engellenmesi.

Korse tedavisinin başarılı olabilmesi için şunları gerekiyor:

· Hasta hala büyürken konulan erken teşhis (Kız çocuklarında adet görmeden önce tespit edilen eğrilikler).

Hafif ve orta dereceli skolyoz (20 ila 40 derece arası eğrilikler).
Ortopedik cerrah tarafından düzenli muayene.
Hastaya uygun yapılmış bir korse.
Uyumlu bir hasta ve destekleyici bir aile.
Egzersiz, dans eğitimi ve atletizmi içeren normal aktivitelere devam edilmesi ve doktor gözetiminde olmak şartıyla bu aktiviteler sırasında korseye ara verilmesi.
Korsenin günde en az 20-23 saat kullanılması.

CERRAHİ YÖNTEM: Büyüme çağındaki bir kişi, gittikçe artan bir omurga deformitesine sahipse bu deformiteyi düzeltmek ve daha da artmasını engellemek için cerrahi tedavi gerekli. Büyümekte olan çocuklarda cerrahi tedavi gerektirecek eğriliklerin şiddeti 40 derece ve üzeri olarak belirtiliyor. Büyümesini tamamlamış kişilerde ise cerrahi kararı torasik (sırt bölgesi) eğrilikler için 45-50 derece üzeri ve lomber (bel bölgesi) eğrilikler için 40 derece üzerinde veriliyor. Ancak, eğrilik şiddeti dışında ameliyat kararını etkiyebilecek birçok faktör olabiliyor:

Etkilenen bölgenin omurganın neresi olduğu.
Skolyozun derecesi.
Artmış veya azalmış kifozun varlığı.
Ağrı (adölesanlarda nadir, erişkinlerde daha sık).
Kalan büyüme potansiyeli.
Hastanın dengesi.
Kişisel faktörler.

Cerrahi türleri nelerdir?

Büyümesini tamamlamak üzere olan veya tamamlamış çocuklarda en sık yapılan cerrahi işlem enstrümentasyon, düzeltme ve kemik greftiyle yapılan posterior füzyondur. “Enstrümentasyon” sözcüğü düzeltilmiş omurgayı füzyon kaynayana kadar mümkün olduğunca normal bir dizilimde tutmak üzere kullanılan metal çubuklar, çengeller, teller ve vidalar için kullanılıyor. Halen büyüyen (genellikle 10 yaş altı) çocuklarda ise füzyon işlemi boy büyümesi, akciğer gelişimi ve omur gelişimini ciddi etkileyebileceği için füzyon işleminden mümkün olduğunca kaçınılıyor. Küçük çocuklarda füzyonsuz alternatifler (büyüyen çubuklar gibi) tercih ediliyor.
Cerrahinin amacı güvenli olarak mümkün olabilen en fazla düzeltme yapılarak omurgayı bu şekilde dondurmak. Her cerrahinin beraberinde getirdiği riskler bulunuyor. Bu konuları ortopedik cerrah ile konuşmak gerekiyor.

UNUTKANLIKLA BAŞ ETMENİN 7 ALTIN KURALI

Mimar Sinan, Süleymaniye camisini bitirdiğinde 70 yaşını geçmiş, Selimiye camisini tamamladığında ise 86 yaşındaydı. Galileo, ayın günlük ve aylık çizimlerini yaparken 73 yaşındaydı. Charlie Chaplin ise 76 yaşında film yönetmenliği yaparak hala işinin başındaydı. Yaşlandık deyip eve mahkûm kalmayın uyarısında bulunan Prof. Dr. Gülten Kaptan yaşlılıkta unutkanlık ve unutkanlıkla başa çıkmanın basit yollarını sıraladı.

Hafıza ile ilgili sorunların yaşlı insanlar arasında yaygın görülebildiğini ifade eden Üsküdar Üniversitesi Sağlık Hizmetler Meslek Yüksekokulu Müdürü Prof. Dr. Gülten Kaptan, çoğunlukla alzehimer, demansın unutkanlık nedeni olduğunu söyledi.

Yemek pişirmeyi, dans etmeyi, çamaşır değiştirmeyi, birçok alışılagelmiş aktiviteleri yaşlıların unutabildiklerini belirten Kaptan, depresyonun da unutkanlık nedeni olabileceğinin altını çizdi. Uyuşturucu ve alkol bağımlıları arasında yaygın olabildiği gibi bazı ilaçların yan etkilerine bağlı da unutkanlık yaşanabileceğini kaydeden Kaptan unutkanlığın, bir eşyayı koydukları yeri hatırlayamama şeklinde de görülebildiğini hatırlattı.

Kaptan unutkanlığı olan yaşlılarla ve sorunlarıyla baş etmede çok önemli pratik bilgiler verdi.

o Tek başına yaşayan yardıma gereksinimi olan bir yaşlı ise; her şeyin yolunda olduğundan emin olmak için bir aile üyesi ya da profesyonel bir sağlık personelinin denetimi gerekir. Giyim, yemek ve diğer ihtiyaçları organize etmede yardımcı olmaları gerekir.

o İletişim: Yaşlı kişinin bir telefonu olmalıdır ve mümkünse, cep telefonu olmalıdır ki, yer değiştirdiğinde hep yanında olsun ve kendisine ulaşılabilsin. Gelen çağrılarda yüksek zil sesi ayarlanmalı, kolay işitmesi sağlanmalıdır. Eğer cep telefonu yeterli kullanamazsa veya benzeri bir cihazı, üst düzey bir video kullanabilirsiniz.

o Ek aydınlatma olmalıdır. Bu şekilde gece ve gündüz çeşitli zamanlarda ve gerekli alanlarda güvenli bir şekilde hareket etmesi sağlanabilir.

o Yemek işlerini kolaylaştırmak için, fırın, tost makinesi gibi pişirme gereçlerini otomatik olarak ayarlayarak ocak üstünde yemek unutmasını önlemek, olası kaza risklerini de bertaraf eder. Sık sık çıkan yangınlar ve yanıklar, genellikle yaşlıların mutfak gazı veya elektrikli fırınları kullandıklarında ve kapatmayı unuttuklarından kaynaklanmaktadır.

o Düzenli bir zamanlayıcı olmalıdır. Yaşlı kişiye taşınabilir bir zamanlayıcı ya da çalar saat verilmelidir. Ev işlerini yapmak için hatırlatma ve sevdiği TV programlarını açması için, yemeğini pişirmesi için kullanılmak üzere, çok yardımcı olacaktır.

o Hatırlatma panosu: Yaşlı kişi için buzdolabı veya duvara bir plastikle kaplı tahta bir pano konulabilir. Üzerinde gün içinde yapılacaklar görevleri, yaptıklarını kontrol etmek için bir alan ve yaptıktan sonra listeden çıkarabileceği şekilde silinebilir bir keçeli kalem kullanılabilir.Bu pano ilacını, randevularını, yemeğini, doktor ziyaretlerini, telefon etmesi gereken kişileri, mahalle pazarının olduğu günü kapsayabilir.

o Katılım: Sosyal programlara katılması için ulaşımını düzenleyerek, ulaşım saatlerini ve etkinlik günlerini, panoya kaydetmesini sağlayabilirsiniz. Müzik, hikâye anlatımı, yaratıcı sanat ve grup tartışmaları gibi, sanatsal ve eğlendirici faaliyetler hafızanın geliştirilmesi ve yükseltilmesinde yardımcı olur.

ALZHEİMER ÖNLENEMEZ AMA YILLARCA ERTELENEBİLİR

 

Alzheimer insanı önce yakın çevresinden sonra kendinden uzaklaştıran, zaman geçtikçe yaşamın hiçbir anının artık anılarda bile yer alamadığı, en sonunda insanın kendini dahi tanımadığı bir hastalık.

Bu yüzden pek çok psikiyatrik hastalıkla karıştırılabiliyor. Ancak önemli bir fark var. Hasta başlangıç dönemlerinde mantık yürütmekte zorlanmıyor ve iç görüsünde önemli bir kayıp yaşamadığı için hastalığının farkında oluyor. Liv HOSPITAL Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Türker Şahiner Alzheimer’in ayrıntılarını anlattı.

Alzheimer, unutkanlıkla başlayan bir hastalık ancak her unutkanlık Alzheimer anlamına gelmiyor. Unutkanlık ile beraber beceri kaybı görülüyor ve kişilik özellikleri değişim gösteriyorsa daha dikkatli olmak gerekiyor. İsim belleği, görsel bellek gibi sadece bir bellek türünde güçlük çeken ancak tüm yaşamını normal yaşamını sürdüren bireyler vardır. Bu tür bellek zayıflığı “hafif kognitif bozukluk” olarak adlandırılır. Bu kişilerin Alzheimer yakalanma riski üzerine yapılan çalışmalar Alzheimer riskinin bir miktar daha arttığını ortaya koysa bile sonuçlar çok net değildir.

Her unutkanlık Alzheimer değildir

Alzheimer hastalığının kesin tedavisi yoktur. Ancak durum ümitsiz değil. 1997 yılından itibaren bu hastalığın tedavisinde kullanılan dört önemli ilaç piyasaya çıkmıştır. Bu ilaçlara mümkün olduğunca erken dönemlerde başlanmalıdır. Bu ilaçlar ilk yıllarda bellek fonksiyonlarını güçlendiriyor. Ülkemizde 500 bin civarında Alzheimer hastası bu ilaçları kullanmaktadır. Maalesef tanı alamayan 500 bine yakın hastanın olduğunu tahmin ediyoruz. Son yıllarda yaşam tarzının, metabolizmanın, zihinsel ve fiziksel egzersizlerin düzenli ve sürekli uygulandığında hastalığın başlangıç yaşının yıllarca geciktirilebildiği gösterilmiştir. Erken sakin bir yaşama geçmek ve buna eklenen hipertansiyon, aşikar veya gizli kan şekeri oynamaları zihinsel egzersizlerden uzak kalmak ise başlangıç yaşını 50 hatta 40’lı yaşlara kadar indirebilir.

Hasta bellek sağlığı merkezlerinde tedavi edilmeli

Hastaların kontrol muayenelerinde günlük yaşam aktivitelerini belirleyen, davranış ve ruhsal durumlarını ortaya koyan testler kullanılmazsa tedavinin yararları gözden kaçacaktır. “Bellek klinikleri” dışında yoğun poliklinik hizmeti verilen hastanelerde hastanın durumunu iyi analiz etmek mümkün olmayabilir ve tedavinin yararını gözden kaçırmak belirgin yararının olmadığı sonucuna ulaşılabilir. Oysa nöropsikolojik testlerde olumlu bulguları ortaya koyan çok sayıda çalışma vardır.

Davranış problemleri de düzeliyor

Çok önemli diğer bir nokta ise Alzheimer hastalarında görülen davranış problemlerinin tedaviden olumlu yarar görmesidir. Yani yarar sadece hafıza alanında beklenmemelidir. Saldırgan tutumları olan toplum içi kontrolsüz davranışları olan bir hastanın daha uyumlu hale gelmesi bellek düzelmesi kadar önemlidir. Tedavi ile bunun sağlanması aile için çok önemli bir kazanımdır. Alzheimer hastalarında sosyal yaşamı hareketlendirmek, çeşitli hobiler edinilmesini sağlayacak programlar oldukça yarar sağlayacaktır. Kısacası beyni aktif tutmak belki hastalık sürecini durdurmayacaktır. Beyin etkinlikleri ağır evreleri geciktiriyor ve hastanın sosyal yükünü hafifletiyor ve uyumu artırıyor.

Yakın gelecekte çok büyük ümit

Alzheimer hastalığının sebebini artık biliyoruz. Beyinde bildiğimiz birkaç adet ve belki de henüz bilmediğimiz birkaç adet daha olmak üzere bir dizi proteinin birikmesi neticesinde oluşan beyin hücre ölümü hastalığın gelişimine neden oluyor. Bugün ölen hücrelerin iletişim için kullandıkları eksik maddeleri yerine koyabiliyoruz. Kısmen de başarılıyız. Ancak esas hedef hücre ölümünü önlemek ve proteinlerin ortamda birikmesini durdurmak veya temizlenmesini sağlamak olacaktır. Biriken proteinlerden en önemlisi “Amyloid beta”nın ortamdan temizlenmesi için 2000’li yıllarda Alzheimer aşısı projesi hayata geçirilmiştir. Burada amaç bu proteini kendi bağışıklık sistemimize tanıtarak ortadan kaldırmaktı. Bu program bu temizlik amacında başarılı oldu ancak hemen vurgulanması gereken konu ileri aşama hastalar için aşı yarar sağlamıyor ve orta ve ileri evre hasta çalışmaları durduruldu. 2012 yılı yaz aylarında başlayan 3 büyük çalışmada aşı çok genç ve risk yüksek bireylerde uygulanıyor. Bu çalışmalar başarılı olursa önümüzdeki 10 yıl içinde kullanıma sunulabilecek. Her hastalıkta olduğu gibi Alzheimer hastalığı için risk taşıyorsak bu riski erken tespit etmek ve ona yönelik tedbirler almak şu an için en büyük hedefimiz.

ANNE KARNINDA MARUZ KALINAN SİGARA, GELİŞİM GERİLİĞİNE NEDEN OLABİLİR

Hamilelik bir kadının hayatındaki en önemli dönemlerden biri olmakla birlikte son derece doğal ve normal bir süreçtir. Ancak bazı alışkanlıklar hamilelik dönemini hem anne hem de bebek için riskli hale getirebilir. Bunlardan biri de bebeklerde gelişim geriliğine yol açan sigara alışkanlığı.

ART Tıp Merkezi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Senai Aksoy, sigara kullanımının anne karnındaki bebeği nasıl etkilediğini anlattı!

 

Anne karnında bebeğin gelişme geriliği göstermesi İntrauterin (rahim içi) gelişme geriliği (IUGG) olarak adlandırılır ve bebeğin (fetüs) standart ağırlığın yüzde 10 altında bulunduğu durumdur. Ancak bazı bebekler herhangi bir gelişme geriliği olmadığı halde yapısal olarak küçük fetüslerdir. Bu nedenle standart ağırlığın altında olan her fetüs için gelişme geriliği teşhisi konamaz. Gelişme geriliği saptanmış olan fetüslerde normal hamileliklere göre daha yüksek strese girme, asfiksiye (oksijen eksikliği) maruz kalma, yeni doğan döneminde ölüm riskleri görülür.

İntrauterin gelişme geriliği nedenleri

Fetüste gelişme geriliğine yol açan pek çok neden vardır. Bunlardan en önemlileri şunlardır:

• Annede var olan damarsal hastalıklar, hipertansiyon, şeker, kalp hastalıkları
• Preeklampsi
• Annede görülen böbrek, karaciğer hastalıkları ve diğer kronik hastalıklar
• Annenin yetersiz beslenmesi
• Plasentada anormallikler
• Annenin sigara, alkol veya uyuşturucu kullanıyor olması
• Annenin yetersiz beslenmesi
• Annede kansızlık (anemi)
• Fetüste muhtelif anomaliler
• Kromozom anomalileri
• İkiz gibi çoğul gebelikler
• Fetüste enfeksiyonlar

Gelişme geriliği tedavisi

Fetüste IUGG tanısı konduğu takdirde hamilelik daha sıkı takip altına alınır. Hamilelik süresince yapılan ultrason, doppler ve NST, biyofizik profil (BPP) testleri fetüsün tehlike altında olduğuna işaret ederlerse doğum gerçekleştirilir. Her ne kadar gelişme geriliği görülen bebekler normal doğumla dünyaya gelebilseler de sezaryenle alınmaları ihtimali normal hamileliklere göre daha yüksektir.

Hamileliğin ciddi risk taşıması için, yapılan testlerde amniyon sıvısını 50’den az olması, doppler ölçümlerininde bozulma saptanması, haftalık ultrason takiplerinde bebekte büyüme olmaması, bebek hareketlerinin azalması ve biyofizik profil değerlendirilmesinde 6 ya da daha az puan alması gerekir. Böyle durumlarda en kısa sürede doğum planlanır. Bebeğe erken doğum ihtimaline karşı akciğer gelişimini sağlayan ilaç tedavisi uygulanır.

MASA BAŞI ÇALIŞANLAR GÖZ SAĞLIĞINIZA DİKKAT!

“Ekranlı Araçlarla Çalışmalarda Sağlık ve Güvenlik Önlemleri” hakkındaki yönetmelik iş yerinde göz sağlığına yeni bir boyut kazandırdı. Bu yönetmelik ile iş veren, ekranlı araçların kullanımından doğan risklerin en aza indirilmesi için her türlü sağlık ve güvenlik önlemlerini almakla yükümlü hale getirildi.

Dünyagöz Altunizade’den Dr. Aslıhan Öztürk, söz konusu yönetmelikle çalışanın sağlığının korunmasının amaçlandığını hatırlatarak, “Ekranlı araçların kullanımından doğan risklerin en başında ise göz sağlığı geliyor. Ekranlı araçlarla çalışanlar göz sağlığına gerekli önemi vermeli, belli aralıklarla rutin göz kontrollerinden geçmeli ve doktorların bu konudaki tavsiyelerine uymalıdır ” dedi.
Resmi Gazete’de geçen ay yayınlanarak yürürlüğe giren “Ekranlı Araçlarla Çalışmalarda Sağlık ve Güvenlik Önlemleri” hakkındaki yönetmelik ile iş yerinde söz konusu araçlarla çalışan kişilerin iş sağlığı ve güvenliği konusunda önemli bir adım atıldı. Ekranlı araçlarla çalışmak, çalışanda özellikle görme, fiziksel ve mental stresle ilgili sorunlar oluşturuyor. Bu yönetmelik ile söz konusu sorunların ortadan kaldırılması ve en aza indirilmesi hedefleniyor. Yönetmelik ile işverenin öncelikle çalışanlarını bilgilendirmesi ve eğitmesi gerekiyor. Bu eğitimlerde en önemli konulardan birini ise gözler oluşturuyor. İşveren, çalışanı özellikle gözlerin korunması, gözleri en az yoran yazı karakterleri ve renkler, çalışma sırasında gözleri kısa sürelerde dinlendirme alışkanlığı ve gözlerin kas ve iskelet sisteminin dinlendirilmesi konularında bilgilendirmesi gerekiyor. Ekranlı araçlarla çalışmadan kaynaklanabilecek görme zorlukları yaşandığında ise işverenin, çalışanının göz muayenesini yaptırması gerekiyor.

Ekranlı Araçlarla Çalışanlara Tavsiyeler
Dünyagöz Altunizade’den Dr. Aslıhan Öztürk, ekranlı araçlarla çalışanların özellikle gözlerini çok iyi koruması gerektiğini söyleyerek, bu şekilde çalışanların göz sağlığını korumaları için şu tavsiyelerde bulundu: “Uzun saatler ekran karşısında çalışmak gözlerde kuruluk, yanma, kızarıklık, ışık hassasiyeti, bulanık görme, göz ve baş ağrılarına yol açabilir. Belli önlemler alarak bu şikayetleri azaltmak mümkündür. Monitörün üst kenarı göz hizasında, bifokal gözlük kullananlarda ise biraz daha aşağıda olmalıdır. Gözle ekran arası mesafe monitör boyutlarına göre 50-80 cm arasında ayarlanmalıdır. Ekranda açık renk zemin üzerine koyu renk ve uygun büyüklükte yazı karakterleri kullanılmalıdır. Standartlara uygun aydınlatma koşulları sağlanmalı, yapay aydınlatma kaynaklarının yeri ve teknik özellikleri ekran üzerinde parlama ve yansımayı engelleyecek şekilde olmalıdır. Her yirmi dakikada bir yirmi saniyelik mola verilmeli ve gözler en az altı metre uzağa odaklanarak rahatlaması sağlanmalıdır. Ekran karşısındayken göz kırpma sayısı azalarak göz kuruluğuna yol açabilir. Sık göz kırparak, gerekirse damlalarla takviye yapılarak göz yüzeyi nemlendirilmelidir”
Dr. Aslıhan Öztürk, ekranlı araçlarla çalışanların göz sağlıklarında bir problemle karşılaşmaları durumunda ise hemen muayene olmaları gerektiğini ifade ederek, şöyle konuştu: “İşyerlerinde, ekranlı araçlarla çalışmaya başlamadan önce, yapılan risk değerlendirmesi sonucuna göre belirlenecek düzenli aralıklarla ve ekranlı araçlarla çalışmadan kaynaklanabilecek görme problemleri yaşandığında uzman göz doktorları tarafından çalışanların göz muayeneleri yapılmalıdır. Özellikle uzak ve yakın görme seviyeleri, refraksiyon kusurları ve kuru göz bulguları değerlendirilmelidir. Muayene sonucunda gerekirse antirefle cam, numaralı gözlük ve damlalarla kişinin tedavisi düzenlenmelidir.”

MEVSİM GEÇİŞLERİNDE EVLİLİK VE AYRILIK GİBİ ÖNEMLİ KARARLAR ALMAYIN

Uzmanlar, birkaç saat içerisinde hem güneşi hem de yağmuru gördüğümüz bahar aylarında ayrılık, evlilik ve iş değişikliği gibi önemli kararların alınmaması konusunda uyarıyor.

İnsan psikolojisini olumsuz yönde etkileyen değişken bahar havalarının sağlıklı düşünmeyi engellediğini belirten Medical Park Bahçelievler Hastanesi’nden İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Engin Türkmen, baharın evlilik, ayrılık ve iş değişikliği gibi önemli kararlar için uygun bir mevsim olmadığını söylüyor. “Bir anda güneş arkasından yağmur ve bulutlu bir havayı aynı gün içerisinde gördüğümüz bu aylarda önemli kararlar almayın. İşten ayrılmayı düşünüyorsanız, ayrılık ve evlilik için karar dönemindeyseniz doğru karar verdiğinizden emin olmadan harekete geçmeyin” diyen Uzman Dr. Engin Türkmen, bunun nedenini şöyle açıklıyor:

Bir gün güneşli dingin diğer gün yağmurlu ve rüzgarlı günleri sık yaşadığımız bahar havası sadece vücudumuzu değil psikolojimizi de etkiliyor. Atmosferde yaşanan basınç ve iyon değişikliklerinin beyin dalgalarımızı etkileyerek ruh halimizde gel gitlere neden olduğu kanıtlanmıştır. Havada negatif iyonların artışı kişilerde depresyon, durgunluğa neden olabiliyor. Özellikle geçmişinde depresyon ve bipolar bozukluğu olanlar daha fazla etkileniyor. Güneşli havalarda ise havadaki pozitif iyonlar kişiye neşe, heyecan verir. Ruh halinizdeki bu değişiklikler doğru karar vermemizi engelleyebilir. Mümkünse bu dönemde önemli kararlar almayın. İşten ayrılacaksanız, evlilik ve ayrılık kararı alacaksanız iyi düşünün.

BU HAVALAR VÜCUT ISISINI DA BOZABİLİR

Vücudumuzun normal ısısı 37.5 derecedir. Vücudumuzun içindeki biyokimyasal reaksiyonlar metabolizma hızı, bütün enzimatik reaksiyonlar bu optimal ısıda gerçekleşir. Beynimizin ortasında hipotalamus denilen merkezde, vücut ısısını ayarlayan termoregülatör vardır. Bir nevi termostat gibi düşünebiliriz. Dışarıdaki ısı ne olursa olsun, vücut ısısını ayarlayan merkez, dışarıdaki ısıyı bir termostat gibi algılayarak vücut ısınızı artırıp ve azaltarak optimal düzey olan 37.5 derecede tutmaya çalışır. Ancak ani sıcaklık düşüşleri ve yükselişlerinde bu merkez zorlanır ve destek isteyebilir. Dışarıdaki ısı çok fazla ise bu merkez öncelikle böbreklere, deriye sonra akciğerlere uyarılar gönderir. Deri, dışarıdaki ısı çok sıcak ise ateş yükselmesin diye terler. Terleyerek vücut ısısını dengede tutar. Böbrekler ise fazla idrar yapmayarak, vücutta su tutar, akciğerler de bu suyu solunumla buhar yapıp dışarıya atar bu şekilde vücut ısısı dengede kalır. Soğuk havalarda ise vücut ısısını dengelemek için termoregülatör merkez enerjiye ihtiyaç duyar. Gıdalardan aldığı enerjiyle ısıyı korumaya çalışır. Ancak 7 – 10 derecelik ani ısı düşüş ve artışlarında beynimizdeki termoregülatör merkez zorlanır. Vücut ısısını bu dönemlerde korumak için iyi beslenmek ve doğru giyinmek gerekir.

BAHAR YAĞMURU HASTA EDİYOR

Bahar yağmuru ne yapar ki demeyin, meteorolojiyi takip ederek giyinmekte fayda var. Çantanızdan şemsiyenizi eksik etmeyin. Havalar henüz yağmurun vücudumuza verdiği zararı engelleyecek kadar sıcak değil. Bahar yağmurunda ıslanmak ardından rüzgar çarpması, vücut ısısının düşmesine neden olur. Bağışıklık sistemi düşer ve enfeksiyona açık bir hale gelir. Nezle virüsleri bu havaları sever. Vücut ısısı düşük, bağışıklık sistemi zayıfsa ve yeterli savunma mekanizması yoksa solunum yolu enfeksiyonları, sinüzit, bronşit, zatürre, kas ağrıları ve ishal gibi şikayetler sık yaşanır.

 

DÜZENLİ KAHVALTI YAPMAYANLAR TEHLİKEDE!

Özellikle bu havalarda düzenli kahvaltı şart. Kahvaltı kültürü edinmek çok önemli. Sabah bir kahve içip işe gidenlerde kalp çarpıntısı, gastrit ve stres kaçınılmaz oluyor. Mutlaka evden çıkmadan en azından bir dilim ekmek, bal, bir bardak çayla da olsa kahvaltı edilmeli. Kahvaltı, vücudun bağışıklık sistemi için büyük önem taşıyor. Bunun yanı sıra yeterli miktarda sıvı çok önemli. Günde 2 -3 litre su tüketilmeli. Çok sıcaklarda vücut hararetini düşürmek için su içmek lazım. Ayran ve soda gibi soğuk içecekler de tercih edilebilir. Sıcak havalarda vücut sodyum ve potasyum kaybeder terleme yoluyla. Sodyum ve potasyum ihtiyacı için tuzlu ayran veya maden suyu içilebilir.

TURP VE DOMATES BAĞIŞIKLIK İÇİN ÖNEMLİ

Bağışıklık sistemimizin doğru çalışabilmesi için bol sebze ve meyve, sodyum, potasyumun yanı sıra B12, H vitamini, çinko ve magnezyum almak lazım. Domateste bulunan selenyum ve likopen bir anti kanserojen ve bağışıklık sistemini koruyan maddelerdir. Kanserleşmeye yakın hücreleri yakalar ve öldürürür. Turp, karpuz, kırmızıbiber de bağışıklık sistemi ve kalp için önemli sebzelerdir.

KRONİK HASTALIĞI OLANLAR VE YAŞLILAR

POTASYUM VE SODYUM KAYBINA DİKKAT!

Bu mevsimde özellikle yaşlılar, gebeler, çocuklar ve kronik hastalığı olanların ısı kontrol merkezi daha çok zorlanır. Isı değişimine karşı daha hassastırlar. Kalp, tansiyon ve böbrek hastalarının özellikle beslenmelerine dikkat etmeleri gerekiyor. Yeterli miktarda sıvı alımı ve ilaçlarını daha da düzenli almaları gerekiyor. Kalp hastaları daha sık elektrolit ölçümlerini yapmalı. Bazen bu hastalarda el uyuşukluğu olabiliyor. Bu durum aşırı terlemeye bağlı sodyum ve potasyum kaybından olabilir. Kayısı, muz, üzümde potasyum oranı yüksektir. Kronik hastaların daha sık kontroller gerekir. 6 ayda bir gidiyorsa yaz başı ve yaz sonunda hekime gidip kan kontrollerini, üre ve keraitini testlerini yaptırmalılar.