5053873217 [email protected]

HAMİLELİKTE ULTRASON ZARARLI MIDIR?

Ultrasonografi fetusun değerlendirilmesinde güvenli ve etkili bir yöntem olarak kabul edilir. Hamilelik takiplerinde yapılan ultrasonografik incelemeye ‘obstetrik ultrasonografi’ adı verilir. 1970’lerin son çeyreğinde kullanıma girmesinden bu yana ultrasonografi, obstetrik alanında kullanılan en önemli ve vazgeçilmez araçlardan biri olmuştur.

Günümüzde kullanılan gerçek zamanlı ultrasonografi cihazları, hareket halindeki fetusun görüntülerini monitör ekranına yansıtmakta ve fetusu incelemeye olanak tanımaktadırlar. Bu görüntüleri elde edebilmek için yüksek frekanslı ses dalgaları kullanılmaktadır. Bu dalgalar ‘transducer’ adı verilen bir prob tarafından üretilir. Bu prob anne adayının karnı ile temas eden cihazdır.

Probdan yayılan bu ses dalgaları değişik dokulardan değişik oranlarda ve formlarda yansıyarak aynı transducer’a geri dönerler. Birbirinden farklı olan bu yansımalar bilgisayar tarafından işlenerek görüntü olarak monitöre yansıtılır. Bu görüntüye ‘ultrasonogram’ adı verilir.

Fetal kalp atımları ya da bebeğin hareketleri gibi hareketli görüntüler monitörden izlenir. Benzer şekilde görüntülerin incelenmesi ile fetusta bulunan anormallikler saptanabilir. Yine fetusa ait ölçümler yapılarak gelişimi değerlendirilebilir.

Hamilelikte ultrasonografinin ana kullanım amaçları nelerdir?

1. Erken dönemde gebeliğin tanısı ve değerlendirilmesi

Gebelik kesesi transvajinal ultrasonografi ile 4.5 hafta gibi çok erken bir dönemde saptanabilir.

2. Düşük tehdidi

Erken gebelikte kanama ortaya çıktığında fetusun canlı olup olmadığı ultrasonografi ile değerlendirilir. Fetal kalp atımları 5,5-6. haftadan itibaren gelişmiş ultrasonografi cihazları ile saptanabilir. Bebeğin anne karnında öldüğü ‘missed abortus’ ya da hiç gelişmediği boş kese gibi durumların tanısı da ultrasonografi ile konur. Yine benzer şekilde dış gebelik veya mol gebelik tanısında da ultrasonografi son derece önemli bir rol oynar.

3. Gebelik kesesinin ve fetal büyüklüğün değerlendirilmesi

Fetusun belirli uzunluklarının ölçümü gebeliğin yaşını yansıtır. Bu özelllikle erken gebelikte daha belirgindir. Son adet tarihini hatırlamayan hastalarda fetal ölçümler gebeliğin kaç haftalık olduğu konusunda önemli bilgiler verir. Gebeliğin ilerleyen dönemlerinde ise fetusa ait bacak, kafa ve karın çevresi ölçümleri hem bebeğin ağırlığı hem de gelişimi ile ilgili değerli ipuçları verir.

Gebelik takiplerinde ölçülen parametreler şunlardır:

-Baş popo mesafesi (CRL): Bu ölçüm 7-13 gebelik haftalarında yapılır ve gebelik yaşını 3-4 günlük yanılma payıyla verir.

-Biparietal çap (BPD): Başın iki yanında yer alan ve parietal kemik adı verilen kemikler arasındaki mesafenin ölçümüdür. Bu ölçüm 13. haftadan sonra yapılır. 13. haftada 2.4 cm civarındayken miadda 9.5 cme kadar artar. Aynı ağırlığa sahip bebeklerin BPD uzunlukları değişik olabileceği için gebeliğin son dönemlerinde güvenilirliği azalır.

-Femur uzunluğu (FL): Kalça ile diz arasındaki femur adı verilen kemiğin ölçümüdür. İnsan vücudundaki en uzun kemiktir ve bebeğin uzunlamasına olan gelişimini yansıtır. Güvenilirliği BPD gibidir ve 14. haftada 1.5 cm iken termde 7.8 cm civarında ölçülür.

-Karın çevresi (AC): Gebeliğin son dönemlerindeki en önemli ölçümdür. Gebelik yaşından ziyade fetusun büyüklüğü ve ağırlığı hakkında ipuçları verir.

Fetusun ağırlığı BPD, FL ve ACnin birarada değerlendirilmesi ile yaklaşık olarak saptanabilir. Pekçok gelişmiş ultrasonografi cihazı bu hesaplamayı otomatik olarak yapmakla birlikte elle hesaplama için yapılmış grafik ve tablolar da mevcuttur.

4. Plasentanın yerinin saptanması

Obstetrik ultrasonografi plasenta previa ve benzeri plasental anomalilerin saptanmasında en etkili yöntemdir.

5. Çoğul gebelikler

Çoğul gebeliğin tanısı ultrasonografi ile konur. Ayrıca bebeklerin pozisyonları, fetustan fetusa transfüzyon sendromu gibi hastalıkların varlığı ile plasenta ve amniyon keselerinin sayısı da ultrsonografide saptanır.

6. Amniyon sıvısı hastalıkları

Amniyon sıvısının fazla ya da az olduğu durumlar da ultrasonografi ile saptanır. Her iki durumda da fetus anomali açısından dikatli bir şekilde değerlendirilmelidir.

7. Fetal anomaliler (Detaylı Ultrasonografi)

Fetusa ait pekçok anomali 20 hafta civarında yapılacak olan detaylı ultrasonografi ile saptanabilir. İkinci düzey ya da malformasyon ultrasonografisi olarak da adlandırılan bu incelemede bebeğe ait olabilecek hidrosefali, spina bifida gibi majör anomalilerin yanısıra, diyafram fıtığı, oniki parmak barsağında darlık gibi iç organları etkileyen anomaliler de saptanabilir. Ayrıca daha gelişmiş cihazlar yardımıyla yarık damak, yarık dudak, doğumsal kalp anomalileri ve Down sendromu varlığı tespit edilebilir. Bunlara ek olarak amniyosentez, koryon villus biopsisi, göbek kordonundan kan örneği alınması ve anne karnındaki bebeğe uygulanan benzeri girişimler de yine ultrason eşiliğinde yapılır.

8. Diğer uygulamalar

Ultrasonografi bebeğe ait şu durumların saptanmasında da tek araçtır:

-Anne karnında kaybedilen bebeğin saptanması
-Bebeğin rahim içinde duruş pozisyonunun saptanması
-Bebeğin iyilik halinin saptanması (biyofizik profil)

Hamilelikte Ultrason Takvimi

Hamile bir kadının tüm hamileliği boyunca kaç kere ultrasonografi incelemesine girmesi gerektiği konusunda katı kurallar yoktur. Herhangi bir anormallik saptandığında ya da normal olmayan bir durumdan şüphelenildiğinde ultrason incelemesi yapılabilir.

Herşeyin normal olduğu durumlarda ise adet gecikmesinden 1-2 hafta sonra gebelik varlığının saptanması ve bu gebeliğin rahim içinde yerleşmiş normal bir gebelik olduğunun gösterilmesi için ultrason incelemesi yapılır. Bunun dışında her rutin kontrolde ultrasonografi yapılabileceği gibi sadece 18-20 haftalarda anomali saptanması açısından ikinci düzey inceleme (detaylı ultrason) ve 34. haftada da bebeğin büyüklüğü ve pozisyonunu saptamak için ikinci bir inceleme yapılmasını öneren ekoller de mevcuttur.

Ülkemizde genelde her rutin kontrolde ultrason yapma eğilimi mevcuttur ve bu uygulama yanlış değildir. Ultrasonografinin uygulamaya girdiği dönemden günümüze kadar yapılan pek çok kontrollü çalışmada gelişmekte olan fetus üzerinde herhangi bir olumsuz etkisinin olduğu gösterilmemiştir.

Transvajinal ultrasonografi nedir ve ne zaman kullanılır?

Özel olarak tasarlanmış problar yardımıyla ultrasonografi vajinal yoldan yapılabilir.

Bu yöntem pelvik organların değerlendirilmesinde çok daha kaliteli görüntü sağlar ve dolayısıyla çok daha etkilidir. Özellikle hamile olmayan ya da hamileliğinin çok erken döneminde olan kadınlarda transvajinal ultrasonografi tercih edilmelidir.

Transvajinal ultrasonografi ile fetal kalp atımları 5,5-6 haftada saptanabilir. Ayrıca baş-popo mesafesinin ölçümü bu tür incelemelerde daha tatminkar olmaktadır.

Bizim uygulamalarımızda 13. haftaya kadar tüm ultrason incelemeleri transvajinal yöntemle yapılmaktadır.

Obstetrik uygulamalar dışında genel jinekolojik incelemelerin hemen hepsinde transvajinal ultrasonografi tercih edilmelidir. Bu yöntemde hem görüntü kalitesi ve güvenilirliği daha yüksek olmakta hem de hastanın idrarının sıkışık olması gerekmediğinden, hatta tercihen mesanesinin boş olması gerektiğinden hasta açısından daha konforlu olmaktadır. Mesanenin dolması beklenmediğinden gereksiz zaman kaybı sorunu da ortadan kalkmaktadır.

Doppler Ultrason Nedir?

Doppler prensipi hem NST cihazlarında hem de bebeğin kalp atımlarının dinlenmesinde kullanılan cihazlarda uzun zamandır kullanılmaktadır. Bu prensibin ultrason cihazlarına adapte edilmesi obstetrik alanında yeni ufuklar açmıştır.

Bebeğe ait kan damarlarındaki kan akım şekillerinin değerlendirilmesine olanak tanıyan Doppler Ultrasonografi incelemesi bebeğin iyilik hali hakkında oldukça yararlı bilgiler verir.

“Color flow mapping” adı verilen teknoloji ise kan akımının monitör üzerinde renkler ile temsil edilen şekilde görülmesini sağlar. Bu yöntemde atardamar ve toplardamarlarda akan kan farklı renkler ile temsil edilir.

3 Boyutlu Ultrason Nedir? Geleneksel ultrasonografinin yerine kullanılabilir mi?

Bu cihazlar ilk zamanlarda değişik açılardan elde ettikleri görüntüyü bilgisayar yazılımları yardımıyla işledikten sonra ekrana yansıtmaktayken, günümüzde kullanılan gelişmiş cihazlar inceleme ile eş zamanlı olarak üç boyutlu görüntü üretebilmektedirler. Eş zamanlıdan kasıt prob hastanın karnına konulduğu andan itibaren istenilen 3 boyutlu görüntünün elde edilmesidir.

3 boyutlu ultrasonografinin önemi bebeğe ait bazı anomalilerin çok daha kolaylıkla saptanabilmesidir. Ayrıca anne baba adaylarının bebeklerini daha doğmadan görmeleri aralarındaki psikolojik bağın daha güçlü olmasında yardımcı rol oynar.

3 boyutlu ultrasonografi hala yeni bir teknoloji sayılabilir ve hakkında daha fazla çalışmaya gerek vardır. Günümüzde kabul edilen gerçek, üç boyutlu ultrasonografinin geleneksel ultrasonografiyi ortadan kaldıramayacağı ve bunun doppler incelemesi gibi yardımcı bir teknik olduğudur.

Ultrasonografinin bebeğe bir zararı var mıdır?

Ultrasonografi hamile kadınlar üzerinde 40 yıldan daha uzun bir süredir kullanılmaktadır. Ultrasonografide röntgen gibi iyonize radyasyon kullanılmadığından gelişmekte olan fetus üzerinde toksik etkiye sahip değildir.

Laboratuvar ortamında uzun süreli ultrason dalgalarına maruz kalınmasının dokularda hafif bir ısınmaya yol açabileceği gösterilmiş olsa da yapılan çok sayıda kliniik çalışmada ultrasonografinin insanlar ve hayvanlar üzerinde zararlı etkisinin olduğu gösterilememiştir. Yapılan sınırlı büyüklükteki çalışmalarda ultrasonografinin düşük doğum ağırlığı, solaklık ve işitme bozukluğu ile ilgili olduğu öne sürülmekle birlikte bu bulgular geniş hasta sayısı ile yapılan çok sayıda çalışmada doğrulanmamıştır.

Hamilelikte ultrason uygulamaları ile ilgili en büyük risk, özellikle yeterli tecrübeye sahip olmayan kişiler tarafından yapılan incelemelerde bazı fetal anomalilerin gözden kaçırılması riskidir. Bu riski en aza indirmek için tüm gebelik boyunca en az bir incelemenin başka bir hekim tarafından yapılması yaygın ve etkili bir uygulamadır. Merkezimizde de 19-21. haftalarda yapılan detaylı ultrason, perinatoloji eğitimi almış bir hekim tarafından yapılmaktadır.

 

GÖZ SAĞLIĞIYLA İLGİLİ DOĞRU BİLİNEN YANLIŞLAR!

“Bir insan uzağı ve yakını net görüyorsa gözü sağlam demektir”, “Tuzlu yemekler göz sağlığını olumsuz etkiler” ya da “Çok yakından televizyon izlemek veya kitap okumak gözleri bozar” gibi doğru bildiğimiz kavramların yanlış olabileceği kimin aklına gelebilir?

Ancak Avrupagöz Grubu Medikal Direktörü Prof. Dr. Ömer Kamil Doğan, göz ile ilgili bilinen ‘doğruların’ yanlış olduğuna dikkat çekiyor.

Prof. Dr. Ömer Kamil Doğan, dinlendirici gözlük kavramının da doğru bir tanım olmadığına dikkat çekiyor:

“Gözlük rakamlarla ifade edilen değerlere sahiptir ve takıldığı zaman görmeyi daha iyi yapıyor ise kullanılmalıdır. Yaygın olarak kullanılan ve dinlendirici olarak bilinen gözlüklerin herhangi bir tedavi edici özelliği bulunmamaktadır. Ayrıca katarakt ile ilgili de benzer doğru sanılan yanlış bilgiler mevcuttur. Bunlardan bir tanesi kataraktın yalnızca yaşlılarda göründüğü bilgisidir. Katarakt yaşlılarda sıkça görülmekle birlikte gençlerde, bebeklerde ve çocuklarda da rastlanabilen bir rahatsızlıktır. Katarakt bir gözden diğer göze geçebilen bir rahatsızlık olmayıp çoğunlukla çift taraflı oluşmaktadır.”

 

Göz Sağlığı İle İlgili Doğru Bilinen Yanlışlar

· Çok ağlamak gözyaşını kurutmaz, çünkü ağlamak psikolojik bir olaydır ve gözyaşı, göz çevresindeki çeşitli dokular tarafından sürekli üretilir.

· Gözlükten kurtulmak için ‘gözü çizdirmek gerekir’ tanımı doğru bir ifade değildir. Görme kusurunun tedavisi için uygulanan lazer (excimer) tedavisinde, gözün saydam tabakası belirli bölgelerde inceltilir. Çizmek gibi bir işlem yapılmaz.

· ‘Bebekler gözlük takmaz’ yine yanlış olarak bilinen ifadelerdendir. Göz muayenesi doğuştan itibaren yapılabilir ve 3 aylıktan itibaren bebekler gözlük takabilir.

· ‘Bebeklerdeki şaşılık büyüdüğünde geçer’ yine doğru bilinen yanlışlardandır. Bebeklerdeki bazı şaşılıklar tedavi edilmediğinde ileriye dönük kalıcı görme kayıpları (göz tembelliği) gelişebilir.

· Katarakt tekrarlayıcı bir unsur değildir, bazen katarakt ameliyatından sonra, göz içine yerleştirilmiş olan merceğin arkasındaki zarda kesifleşme olabilir ve bu yanlış olarak ‘katarakt tekrarladı’ şeklinde bilinir.

· Göz damlası damlatıldıktan sonra gözü sık kırpıştırmak gerekli değildir. Çünkü göze damla uyguladıktan sonra bir dakika süre ile gözü uyut gibi kapatmak gerekir. Gözün sık kırpıştırılması, gözyaşı kanalı vasıtası ile damlanın burun boşluğuna geçerek etkisinin azalmasına yol açar.

Avrupagöz Grubu Medikal Direktörü Prof. Dr. Ömer Kamil Doğan, göz ile ilgili herhangi bir rahatsızlık hissedilmesi durumunda ise hastaların, teşhis ve tedavi sürecini en kısa sürede başlatması gerektiğini de sözlerine ekliyor.

YEŞİL ERİK DEYİP GEÇMEYİN!

Her gün mutlaka almamız gereken vitamin olan C vitaminini içeren yeşil eriğin faydaları ise, saymakla bitmiyor. Diyetisyen Nil Şahin Gürhan anlattı.

– Sindirimin düzenli ve yeterli ölçüde çalışmasını sağlar, kabızlığı önler. Yeşil erik, sindirilebilir lif açısından zengin olduğundan mide gazı, kabızlık ve gaz problemi yaşamamızı da önler.

– Bağışıklık sisteminin oluşmasında ve korunmasında etkilidir.

– Düzenli olarak kütür kütür yeşil erik yemek diş etlerini güçlendir. Diş sağlığının oluşmasında ve korunmasında etki gösterir.

– Demir eksikliğini önlemedeki tedavi sürecinde yardımcıdır. Yeşil erik, vücutta kan yapımına yardımcı olur. Ayrıca, anemi gibi kırmızı kan hücrelerinin eksikliği ile ilgili hastalıkları erikteki zengin C vitamini ve demir içeriği engellemeye yardımcı olur.

– Fit ve sıkı bir vücut için erik yemelisiniz. Yeşil erik, içeriğindeki c vitamini sayesinde bağ dokusunu güçlendirmekte ve böylece daha sıkı bir vücuda sahip olunmasına katkıda bulunmaktadır.

– Kilo vermek istediğinizde de yeşil erik tüketin. Yeşil erik tükettiğinizde kan şekeri düzeyleri olumlu etkilenir. Erik yedikten sonra kan glikozu orta seviyede seyretmektedir. Kan şekeri ne kadar dengeli seyrederse kilo vermek o kadar dengeli ve sürekli olur.

– Yeşil erik yüksek miktarda antioksidan içerdiği için, beyin ve kanda yağ iç zarının zarar görmesini önler.

– Yeşil erik yiyenlerin astım, akciğer kanseri, soğuk algınlığı, öksürük ve kronik akciğer sorunları gibi rahatsızlıklardan uzak kaldığı araştırmalarca saptanmıştır.

– Yaşlılarda düzenli olarak yeşil erik tüketmenin görme sorunlarını önlediği düşünülmektedir.

İTÜ’DEN GDO’LU PİRİNÇ AÇIKLAMASI!

İTÜ Rektörlüğü’nden yapılan yazılı açıklamada,  T.C. Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı Kaçakçılık ve Mali Suçlar Soruşturma Bürosu tarafından İTÜ Moleküler Biyoloji-Genetik ve Biyoteknoloji Araştırma Merkezine (MOBGAM) 04/04/2013 tarihli ve 2013/11021 sayılı yazısı ile “Biyogüvenlik kanununa muhalefet” suçundan yapılmakta olan bir soruşturmaya esas olmak üzere gönderilen pirinç numunelerinin ayrı ayrı analizleri yapılarak

· *Numunelerde GDO olup olmadığı,

· *Numunelerde GDO bulunması halinde kontaminasyondan kaynaklanıp kaynaklanmadığı

ile ilgili sonuçların ivedilikle gönderilmesi talep edilmiştir.

Yapılan analizlere istinaden MOBGAM tarafından verilen raporlarda MRS00022996, MRS00032270, MRS00032375 nolu pirinç numunelerinde LLRice601 ve Bt3 ırklarının birlikte var olduğunun tespit edildiği bildirilmiştir.

Konunun kamuoyundaki hassasiyeti nedeni ile MOBGAM tarafından verilen raporların incelenmesi için rektörlüğümüz tarafından kurulan komisyon, süreçte usul ve deneysel kurgu hataları olduğunu saptamıştır. Verilen raporlarda uygulanan deneysel yöntemlerin, pirinçlerde saptandığı iddia edilen GDO’nun kontaminasyondan kaynaklandığı riskini değerlendirecek kurguda oluşturulmadığı anlaşılmıştır. Dolayısı ile MOBGAM tarafından verilen raporlardabelirtilen sonuçlar teknik olarak geçersizdir. Bu hususlara istinaden sorumlu kişi hakkında soruşturma başlatılmış ve soruşturma sonuçlanana kadar görevinden açığa alınmıştır.

Konunun yargıya intikal etmiş olması nedeniyle her türlü hukuki hakkımızı saklı tuttuğumuzu belirtir, gerekli hassasiyetin gösterilmesini önemle rica ederiz” denildi.

BAHAR YORGUNLUĞU ÇOCUKLARDA DA GÖRÜLEBİLİR

Baharı yaşadığımız bugünlerde havaların ısınmasıyla birlikte çevre koşulları da değişiyor. Bu değişimle virüs, parazit ve bakteriler de artıyor. Bu durum özellikle çocuklarda alerjik ve viral hastalıkların başlayıp giderek artacağına işaret ediyor. Peki çocukları bu hastalıklardan nasıl koruruz?

Hisar Intercontinental Hospital Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Birol Saral, çocukların mevsime uygun ve terletmeyen giysiler giymesi gerektiğini belirterek, “Sıvı tüketimleri arttırılmalı ve enfeksiyon şüphesi varsa sık sık ellerinin yıkanması gerekmektedir. Çocuklar C vitaminini de sık tüketmelidirler” dedi.
Hisar Intercontinental Hospital Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Birol Saral, yazın habercisi olan baharın, çocuklarda bazı hastalıkların özellikle alerjik ve viral hastalıkların başlayıp giderek artacağının işareti olduğunu söyledi. Havaların ısınmasıyla birlikte çevre koşullarındaki değişimin bazı virüs, parazit ve bakterilerin ortamda çoğalmasına neden olduğunu ve enfeksiyonların yaygınlaştığına dikkat çeken Dr. Saral, “Yine bahar mevsiminde ortamda artan polenler ve hayvan atıkları nedeniyle alerjik hastalıklarda da artış olur. Burada önemli bir noktada çocukların mevsime uygun giyinmeleri, terletmeyen giysiler seçilmesi, sıvı tüketiminin artırılması, enfeksiyon şüphesi varsa ellerin sık sık yıkanması ve C vitamininin de sık tüketilmesidir. Özellikle polen ve ev tozlarında korunmalı, evler sık sık havalandırılmalı, peluş tarzı giysi ve oyuncaklardan kaçınılmalı” dedi.
Uygun tedavi yapılmazsa başarı düşer
Dr. Saral, bahar döneminde en sık görülen hastalıkların, kabakulak, boğmaca, kızamık, kızamıkçık, suçiçeği, 5 ve 6. hastalıklar, rino ve adenovirüs gibi üst solunum enfeksiyonları olduğunu, nöro ve rotavirüs gibi ishal ve kusmayla sonuçlanan mide-barsak sorunlarının da ortaya çıkabileceğini ifade ederek, şunları söyledi:
“Mevsimsel alerjik rinit, astım, göz nezlesi olarak bilinen alerjik konjonktivit gibi alerjik hastalıklar da bu mevsimde artar. Uzun süren öksürük nöbetleri, gece öksürüğünün olması, nefes alıp vermede zorluk, arkadaşlarıyla oynarken çabuk yorulma, hırıltılı, hışıltılı nefes alıp verme de alerjik astımın habercisi olabilir ve bu mevsimde polenlerin de artmasıyla bu dönemde ortaya çıkabilir. Yine bu dönemde gördüğümüz, burundan şeffaf akıntı, burunda tıkanıklık, çocuğun burnunu devamlı kaşıması (alerjik selam), hapşırma, gözlerde yaşarma alerjik rinit (saman nezlesi)’tir. İyice tetkik edilip uygun tedaviye başlanmalıdır. Uygun tedavisi yapılmazsa çocuğun gece uyku kalitesi bozulur, yeterince dinlenemez, okul başarısı düşer, huysuz bir çocuk olur.”
Bahar yorgunluğu çocuklarda da görülebilir
Dr. Saral, genelde bahar geldiğinde erişkinlerin en çok şikayet ettiği konulardan birisinin bahar yorgunluğu olduğunu hatırlatarak, “Aynı sorun çocuklarda da olabilir. Bu da bize isteksizlik, iştahsızlık, okul başarısında düşme, uyku miktarında artma olarak döner” dedi.
Polenden korunun
Dr. Saral, bahar mevsiminde polen alerjisinden korunmak için çeşitli önlemler alınması gerektiğini de anımsatarak, “Özellikle sabah saatleri polenlerin sayısı havada en fazladır. Bu saatlerde kapı ve pencereleri kapalı tutmak gerekir. Evi cam açarak havalandırmak yerine polen filtreli klimalar ya da polen filtreli hava temizleyiciler kullanılabilir. Çim biçme gibi aktivitelerden kaçınılmalı ve eğer bu iş yapılacaksa maske takılmalıdır. Dışarıdan eve gelindiğinde el, yüz yıkanmalı, kıyafetler değiştirilmelidir. Kıyafetleri açık havada kurutmaktan kaçınılmalıdır” diye konuştu.

ÇOCUĞA, TUVALET EĞİTİMİ NASIL VERİLMELİ?

Çocukların tuvalet eğitimi için her anne iç güdülerine güvenerek bir yol izlerken uzmanlar zorlamadan kaçınmak gerektiğini söylüyor

ANNENİN KARARLI OLMASI ÖNEMLİ

Tuvalet eğitiminde çocukların hazır olmasının yanı sıra annenin de kararlı olması büyük önem taşıyor. Bu ağır yükün altında ayların geçmesini beklemektense bir sabah kalkıp, çocuğunuzun tuvalet eğitimine başlamaya karar vermelisiniz. Öncelikle yapmanız gereken kafanızdan soru işaretlerini kaldırmak ve çocuk yetiştirme konusunda geleneksel yöntemleri izlemek…

Çocuğunuz lazımlığa oturmayı reddediyorsa, tuvalet aparatı ile sizin kullandığınız tuvaleti denemek de sizin için bir çözüm önerisi olabilir. İlk günlerde olabilecek alta kaçırmaları hoş görmek, aşırıya kaçan tepkiler vermemek çocuğun hem tuvaletini tutması, kabızlık gibi problemlerin önüne geçmenize yardımcı olur.

Bu küçük eğitim boyunca unutumamalısınız ki, yetişkin olup hala bez kullanan bir tanıdığınız yok! Sizin çocuğunuz da er ya da geç tuvaletini tutmayı ve doğru yeri kullanmayı öğrenecek. Bunun için tek ihtiyacı olan şey zaman ve ona doğruları gösterecek bir rehber. Onun rehberi olurken, ona sadece tuvaleti değil tüm bir hayatı tanıtmanız gerektiğini ve önünüzde çok uzun bir yol bulunduğunu da aklınızdan çıkarmamalısınız.