5053873217 [email protected]

KANSIZLIK GÖZ KAYMASINA NEDEN OLUYOR!

Dünyagöz Hastaneler Grubu ve Amerika’nın göz ve çocuk sağlığı konusunda en saygın hastane ve üniversiteleri Wills Eye Hospital, Ohio State Üniversitesi ve St. Louis Çocuk Hastanesi işbirliği ile düzenlenen “Çocuk Göz Sağlığı ve Şaşılık Sempozyumu’nda” çocuk göz hastalıkları ve tedavi yollarına yönelik en yeni bilgiler paylaşıldı. Sempozyum’un ilk gününe Türk hekimlerin araştırması damga vurdu. Dünyagöz Etiler’den Dr. Elvan Yalçın, “dünyada ilk kez bizim yaptığımız bir ön araştırmada kansızlığın çocukların gözlerinde içe kaymaya neden olabileceğini ortaya koyduk” dedi.


Dünyagöz Vakfı’nın katkılarıyla ve Dünyagöz Hastaneler Grubu’nun ev sahipliği ile düzenlenen sempozyumda alanında uzman isimler, çocuk göz sağlığı konusunda en yeni tedavileri konuştu.

Dünyagöz Etiler’den Dr. Elvan Yalçın, sempozyumun ilk gününde dünyada ilk kez Türkiye’de yapılan bir araştırmadan bahsetti. Gözlerinde içe kayma sorunu olan çocuklar üzerinde yapılan araştırmada, içe kayması olan çocukların kan değerlerinin anlamlı olarak normal çocuklara göre düşük olduğu ortaya çıktı. Dr. Elvan Yalçın, araştırmanın detaylarını şöyle anlattı: “Dünyada ilk kez Türkiye’de bizim oluşturduğumuz bir araştırma grubunda gerçekleştirdiğimiz bu çalışma yaklaşık 2 yıl sürdü. Yaş ortalaması 6-5 – 7 olan toplam 149 hasta ile gerçekleştirdiğimiz bu çalışmada içe kayması olan çocukların kan değerleri ile sağlam çocukların kan değerleri karşılaştırıldı. İki grup oluşturuldu. Bir grup çocukta yalnızca kırma kusuru vardı veya tamamen normaldi. Diğer grupta ise gözlerde Akomodotif ezotropya olarak adlandırdığımız içe kayma vardı. Aynı laboratuar ve aynı koşullarda tüm çocuklardan kan alındı. Kan değerleri karşılaştırıldı. Kayması olan çocuklarda kan değerleri sağlam gruba göre anlamlı olarak düşük bulundu.”

KANSIZLIK GÖZ KAYMASINA NEDEN OLABİLİYOR

Aneminin bebeklik ve çocukluk çağında büyümeyi, motor ve mental fonksiyonları olumsuz etkileyebildiğini belirten Dr. Yalçın; “demir, oksijenin taşınmasını sağlar ve beyinsel fonksiyonlarda da koenzim olarak görev alır. Bu sayede sinirsel işleyişe ufak da olsa katkıda bulunur. Demir eksikliğinin, motor ve duysal çalışmanın koordinasyonsuzluğu nedeniyle oluşan içe kaymalarda rol oynayabileceğini düşündük. Ancak bunu kesin olarak söyleyebilmek için daha yüksek sayıda seriler üzerinde araştırma yapmak gereklidir. Biz yine de artık gözleri içe kayan çocuklarda basit bir test olan kan testini yaptırıyoruz ki, çocuklarımız olacakları tedaviye daha iyi cevap versin ve tedavi süreci kısalsın.” dedi.

NİSTAGMUS TEDAVİSİNDE DAMLA, AMELİYATININ YERİNE GEÇECEK

Sempozyumda konuşan Amerika’nın saygın kuruluşlarından Akron Çocuk Hastanesi uzmanlarından Prof. Dr. Richard W. Hertle Nistagmus (göz titremesi) ile ilgili yapılan son araştırmadan söz etti. Glokom için kullanılan göz damlası ile Nistagmusun tedavisinde ameliyata gerek kalmadan bazı vakalarda olumlu sonuca ulaşıldığını belirten Prof. Hertle, sözlerini şöyle sürdürdü; “Doğuştan olmayan yani, kafa travması, ilaç zehirlenmeleri sebebiyle sonradan gelişen Nistagmusu günümüzde ameliyat gibi tedavilerle zaten iyileştirebiliyoruz. Ancak bazı vakalarda ameliyata gerek kalmadan, glokom için kullanılan göz damlalarıyla da Nistagmusu azaltmanın mümkün olduğunu fark ettik. Ayrıca Nistagmus’ta ağızdan uygulanan tedaviler de kullanıyoruz. Topikal (damla) tedaviye oldukça iyi cevaplar aldık. Bu bizim için çok heyecan vericiydi. Bu nedenle daha başka yeni damla formları üzerinde çalışıyoruz bu formüllerin daha da etkili olacağını düşünüyorum ve yakın bir gelecekte topikal tedavi cerrahi tedavi tedavidense daha ön sıralarda tercih edilecektir.”

KANSER KALBİ YORUYOR

KANSER TEDAVİSİNDE BAŞARI İÇİN KALBE DE DİKKAT

Çağımızın en korkulan hastalıklarından biri olan kanser ile ilgili yapılan son araştırmalar, tedavide kullanılan bazı ilaç ve ışın tedavilerinin kalp ve damar sorunlarına yol açabildiğini gösteriyor. Uzmanlar bu nedenle kanser tedavisinde kalp faktörünü hiç akıldan çıkarmamak gerektiğini belirtiyorlar ve onko-kardiyoloji’nin önemini bir kez daha vurguluyorlar.

Çağın vebası olarak adlandırılan kanser ile ilgili yaşanan önemli gelişmeler, kuvvetli ilaçlar hastalıkla ilgili umutları arttırsa da tedavide kullanılan ilaçların vücudun başka önemli noktalarına zarar vererek hayati tehlikeye de yol açabilmekte. Başarılı geçen bir kanser tedavisinde bile hastalar başka hastalıklardan yaşamını yitirebiliyor. Kanser tedavisinde yan etki konusuna özellikle kalp hastalarının dikkat etmesi gerektiğini söyleyen Anadolu Sağlık Merkezi Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Ertan Ökmen, kanser tedavisinde başarıyı arttırmak ve hayati riski azaltmak için henüz kanser tedavisi planlanırken kalp sağlığının da değerlendirilmesi gerektiğine dikkat çekiyor. Kalp hastalığı olan hastaların en kısa sürede tedavi edilmesinin önemini belirten Ökmen; “Cerrahi tedavi sırasındaki anestezi riskinden, ilaç tedavisinin ve ışın tedavisinin yan etkilerine kadar hayati önem taşıyan olayların azaltılması, hastaya daha uzun ve kaliteli yaşam sağlanmasına yardımcı olacaktır” diyor.

Kanser kalbi yoruyor…

Kanser tedavisi boyunca alınan kemoterapi ilaçlarının kalbi yorarak, kalp problemlerine neden olabileceğini belirten Ökmen, “Biz bu yan etkileri kardiyotoksisite olarak adlandırıyoruz. Meme, testis kanserleri, Hodgkin lenfoması örnekleri başta olmak üzere daha pek çok kanser türü özellikle erken evrede yakalandığında yüksek oranda tedavi edilebilmesine rağmen, bu hastaların bir kısmında tedaviye bağlı oluşan kalp problemleri uzun ve konforlu yaşam beklentisini azaltıyor” diyor.

Her dört hastadan biri kalp yetmezliği yaşıyor…

Kanser tedavisinin kardiyotoksisite gibi yan etkileri her hastada görülmese de bu riski birkaç faktör tetikliyor. Örneğin bir grup meme kanseri tedavisinde çok başarılı olan ve sık kullanılan bir ilaç grubunda her 4 hastadan birinde kalp yetmezliği gelişebiliyor. Kemoterapi ilaçlarının türü, dozu, veriliş şekli, öncesinde radyoterapi uygulama gibi bazı faktörler kalp üzerine yan etkilerin gelişiminde önemli. Kalp yetmezliği, damar tıkanıklıkları, ritim bozuklukları gibi etkilerin yanı sıra, hipertansiyon da oldukça sık kanser ilaçlarına bağlı olarak gelişebilmekte ya da kötüleşebilmektedir. Önemli olan kanser tedavisinde çok büyük ilerleme kat edilmesini sağlamış bu ilaçları kalbe yan etkisi var diye hiç başlamamak ya da kesmek değil, bu yan etkilerin farkında olmak ve hastayı bunları bilerek daha güvenli tedavi etmektir.

Kalp hastalığı olanlar daha da dikkatli olmalı…

İlaçlara bağlı kalp problemi gelişme riskinin ikinci belirleyicisi ise hastanın yaşı, mevcut kalp hastalığı olması ve kalp damar hastalıkları risk faktörlerinin mevcudiyeti gibi hastayla ilişkili faktörler oluyor. Özellikle kalp hastalığı olan, kalp krizi geçirmiş, kalp yetmezliği, hipertansiyon, kapak hastalıkları, ritim bozuklukları hastalarında kanser tedavisine bağlı ciddi kalp problemleri çok daha yüksek oranda gelişiyor. Doç. Dr. Ökmen, “Bu hastalıklar kanser tedavisi esnasında tedavi başlamadan tespit edilmeli, tedavi şemasına ve kalp hastalığının türüne göre takip ve tedavi planları yapılmalı. Kalp hastalığı kanser tedavisiyle ağırlaşabiliyor ve kemoterapiye ara verilmesine, bazen de kesilmesine kadar giden tedavi aksamalarına yol açabiliyor. Kanser tedavisinde kardiyologlar ve onkologlar olarak hasta için hayati önemi olan kemoterapi ilacını kesmek ya da ara vermek en son düşünülen ve çok zorda kalınmadıkça olabildiğince kaçınılmaya çalışılan konu. Bazen kalbe yan etkisi ciddi düzeyde olmasına rağmen hasta için hayati önem taşıması nedeniyle kemoterapiye devam ettiğimiz özel hasta gruplarımız da oluyor. Bu hastalar çok yakından kardiyoloji ve onkoloji bölümleri iş birliği ile takip tedavi edilmeli” diyor.

Erken teşhisle tedavi edilebiliyor…

Kemoterapi tedavisi kanser hücrelerini öldürüp olumlu sonuçlar verirken yan etkileri kalp yetmezliği gibi bir başka büyük soruna yol açıyor. Kanser tedavisinin verdiği hasarın ve açacağı kalp yetmezliğinin önceden tespit edilerek tedavi edilmesi gerektiğinin önemini belirten Doç. Dr. Ökmen “Hasar, aynı kanserde olduğu gibi erken teşhis edildiğinde tedavi edilebiliyor. Ancak hasar geliştikten 6 ay sonra teşhis konulduğunda ise kalp yetmezliği geri dönüşsüz olabiliyor” uyarısında bulunuyor.

 

GRİP AŞISINI HAPA TERCİH EDİN

GRİP AŞISINI ES GEÇMEYİN, HAPA YÜKLENMEYİN

Son günlerde herkes ya öksürükten ya boğaz ağrısından ya da burun akıntısından yakınıyor. Yüksek ihtimalle bu belirtilere halsizlik sorunu da eşlik ediyor. Böyle olunca akla gelen hastalık ‘grip’ oluyor. Peki ama neden herkes grip? Gripten korunmak için ne yapmak gerekiyor? Liv HOSPITAL’dan Aile Hekimi Uzm. Dr. Eren Eroğlu anlattı.

Geçen yıllarda yaptığı salgınla domuz gribi adını alan H1N1 virüsünün hastalığı bu sene de etkili olmaya devam ediyor ama sayıca daha fazla hastalık yapan başka tip bir grip mikrobu daha var: H3N2. Dünyayı kasıp kavuracak bir salgın riski yok fakat yine de vaka sayısı beklenenin üzerindeymiş gibi bir izlenim var. Ne şanstır ki iki virüs de bu senenin aşısı içinde korunmayı oluşturmak üzere yer alıyor. 2009 yaşadığımız domuz gribi tehdidi, abartılmış endişe ve aşılama kampanyaları ne yazık ki aşı bilincine büyük sekte vurdu. Grip aşıları sihirli değnek değil ama gripten korunmanın da tek gerçek yoludur. Amerika’da ve Avrupa’da beklenmedik şekilde sert geçen grip mevsimi göz önüne alındığında aşıyı bir kez daha gündeme getirmekte fayda var. Henüz hastalık kapıya dayanmadıysa yapılacak aşının fayda etme olasılığı yüksek.

Hap kullanımında hata yapılıyor

Bir başka yanlış da grip mikrobuna karşı kullanılan antiviral ilaçlara dair yaşanıyor. Kullanım koşullarına dikkat etmeden kullanılan ya da kullanılmayan bu ilaçlar yüzünden ya hastalar iyileşemiyor ya da mikrop ilaca karşı direnç kazanıyor. O nedenle CDC de (Amerikan Hastalık Kontrol Merkezi) dahil olmak üzere birçok ulusal ve uluslararası sağlık örgütü antiviral ilaç kullanımı konusunda uyarılar yayınladı. Antiviral ilaç derken ateş düşürücü ya da üst solunum yolunu rahatlatmaya yarayan ilaçların kastedilmediğini belirtmekte yarar var; antiviraller doğrudan virüsü yok etmeye yönelik ilaçlar. Bu uyarıların başında ilaç kullanmadan önce grip teşhisinin doğru konulmuş olması geliyor. Kendi kararı ile ilaç kullanmaya başlayanlar genellikle hastalığı soğuk algınlığı ile karıştırıp yanlış hastalıkta yanlış ilaç kullanma hatasına düşüyor. Fakat hastalık doğru olsa bile her grip hastasının antiviral ilaç kullanması da gerekmiyor.

Doğru kullanıldığında ilacın muhtemel faydaları

· Hastalık belirtilerinin ve ateşin süresini kısaltır.

· Hastalığa bağlı istenmeyen olayların gelişimini ve ölüm riskini azaltır.

· Hastanede yatış süresini kısaltır.

Kimler ilaç kullanmalı?

Özellikle hastanede yatması gereken hastalar ve risk grubunda olanlar ilaç kullanmaya aday. Risk grubu olarak 2 yaşından küçükler, 65 yaşından büyükler, kronik hastalar ya da bakımevinde yaşayanlar olarak tanımlanıyor. Bir diğer önemli uyarı da ilacın başlanma zamanına dair; ilk 48 saat içinde başlanan ilaç geç başlanana göre daha etkili oluyor. O nedenle hekim ilacı gerekli görüyorsa laboratuvar doğrulamasını beklemeden başlamak gerekiyor.

Bunları unutmayın

Aşınızı yaptırın, merak etmeyin geç kalmadınız.
İlaç kararını doktor versin.
Hijyen ve el yıkama hastalık bulaştırmada çok önemlidir.
Hastaysanız hem sizin hem de başkalarının sağlığı için işe gitmeyin.
Doğal beslenmek ve bol sıvı tüketmek çabuk iyileşmenin en kısa yoludur.

 

DİYET YAPARKEN ŞİŞMANLAMAYIN

DİYETLER HAKKINDA 10 EFSANE!
‘Ekmek yersem kilo alırım’. ‘Yemekten hemen önce su içersem iştahım kapanır.’ ‘Meyveyi istediğim kadar yiyebilirim.’ Toplumda kulaktan kulağa yayılan diyet hakkındaki ‘doğru’ bilinen ‘yanlışlar’ sağlığı riske atmanın yanı sıra verilen kiloların da kısa bir zaman sürecinde fazlasıyla alınmasına yol açıyor!

Fazla kilolardan kurtulmanın en sağlıklı ve kalıcı yolu hiç kuşkusuz beslenme ve diyet uzmanı eşliğinde bilinçli bir beslenme programı uygulamaktan geçiyor. Ancak uzmanların tüm uyarılarına rağmen birçok kişi arkadaşlarından aldıkları diyet listeleri veya kulaktan dolma bilgilerle zayıflamaya çalışıyor. Oysa diyet hakkında toplumda yaygın bilinen birçok efsane hem sağlığı riske atıyor hem de verilen kiloların tekrar fazlasıyla alınmasına neden oluyor. International Hospital Beslenme ve Diyet Uzmanı Ekin Altın, diyetler hakkında doğru bilinen 10 efsaneyi anlattı.
1. YANLIŞ: Ekmek yersem kilo alırım.
DOĞRUSU: Ekmek bizim için en önemli ve en doğru karbonhidrat kaynağı. Ekmeksiz bir beslenme programı düşünülemez. Tam buğday, çavdar ve tam tahıllı ekmekler hem glisemik kontrolü sağlamaya, hem de enerji ihtiyacımızı karşılamaya yardımcı oluyor. Alınması gereken enerjiye göre, miktarlarına dikkat ederek ekmek tüketmeniz kilo almanıza değil, sağlıklı beslenmenize katkıda bulunacaktır.
2. YANLIŞ: Limonlu/ sirkeli su içmek zayıflatır.
DOĞRUSU: ”Bunu yersen kilo verirsin, bunu yersen vücudun yağ yakar” diyebileceğimiz bir besin maalesef yok. Limonlu/ sirkeli su içmek bazik etki gösterdiği için vücuttaki asitleri temizlemeye yardımcı oluyor. Asitleri nötralize etmek yağların serbest kalmasını sağlıyor. Ancak bu yağlar, sadece diyet ve egzersiz yaparak yakılabiliyor.
3. YANLIŞ: Bir öğün atlasam kârdır.
DOĞRUSU: ‘Diyet yaparken ne kadar az yersem o kadar çok ve çabuk kilo veririm’ düşüncesi yanlış. İdare edebileceğinizi düşünüp öğün atlamaya kalkarsanız, en fazla bir saat içinde o öğünde yiyeceğinizden çok daha fazlasını bir anda bitirmiş bulabilirsiniz kendinizi. Ayrıca metabolizmanın çalışma hızını kaybetmemesi için öğünlerin arasını çok uzun tutmadan, küçük porsiyonlarda yemek yemek en doğru olanı.


4.YANLIŞ: Sınırsız meyve yiyebilirim.

DOĞRUSU: Diyet süresince bol meyve ve çiğ sebze tüketebileceğimizi düşünürüz. “Ne de olsa kalorisi yoktur” deriz. Çiğ sebze için sınırlama yokken meyve için aynısı geçerli değil. Çünkü meyveler şeker oranı yüksek besinlerdir ve basit şeker (fruktoz) içerirler. Almanız gereken kaloriye bağlı olarak değişmekle beraber, günde ortalama 3-4 porsiyon meyve tüketebilirsiniz. 1 porsiyon meyve; 1 küçük boy elma, 1 orta boy mandalina, 1 orta boy ayvanın 1/3’ü, 3 adet kuru kayısı veya 1 adet kuru incire tekabül ediyor. Özellikle glisemik indeksi düşük olan meyveleri ana öğünler yerine, ara öğünlerde miktarlarına dikkat ederek tüketmeniz en uygun olanı.

5. YANLIŞ: Yağı tamamen kesmeliyim.

DOĞRUSU: Diyet sırasında yağı, karbonhidratı ya da proteini tamamen kesmek doğru olmaz. Yağı tamamen kesmek, vücudun onu depolamaya başlamasına neden oluyor. Beslenmemizden yağı çıkarırsak, vücudumuz yağ stoklarını kullanmak yerine onları korumaya alıyor. Tabii ki bu durum bizim, çok yağlı, kızartma ya da fast food türü besinleri tüketmemiz anlamına gelmez. Fakat yağın bizim için gerekli olduğunu da unutmamak gerekiyor. Yemekleri, miktarına dikkat ederek zeytinyağı ile pişirmek; ara öğünlerde fındık, badem ve ceviz gibi kuruyemişleri tüketmek faydalı yağ almamızı sağlayarak diyetimizin örüntüsünü tamamlıyor.
6.YANLIŞ: Yemekten önce bir bardak su içersem iştahım kesilir ve kilo veririm.
DOĞRUSU: Yemekten hemen önce su içmek doğru değil. Çünkü su, bazikliğe yakın özelliğinden dolayı midenin asidik yapısını bir miktar nötralize ediyor. Oysa midenin sindirim aşamasında özellikle de proteinlerin sindirimi için asidik yapıda olması gerekiyor. Proteinlerin tam sindirilememesi, bağırsaklara gelen kalıntıların burada aşınmalar oluşturmasına neden olabiliyor. Aşınmaların olması ve çok fazla tekrarlanması, bağırsakta yaralar oluşmasına, hatta yırtılma ve delinmelere kadar giden sonuçlara yol açabiliyor. Ayrıca yemek öncesi su içmek mide boşalmasının hızlı olmasına ve bağırsaklara gelen yiyeceklerin hızlı emilimine sebep oluyor. Hızlı emilim kan şekerini de hızlı yükseltiyor. Bu yüzden suyu, yemeklerden hemen önce içmek yerine en az 15-20 dakika önce içmek en doğru olanı. Ayrıca suyu 15-20 dakika önce içmek iştahımızı biraz olsun baskılayabiliyor. Çünkü beyinde açlık ve susuzluk sinyalleri birbirine çok yakındır ve bu yüzden her açlık hissedildiğinde su içmek doğru bir hareket olacaktır.
7. YANLIŞ: Haftada 1-2 kez, 30 dakikalık egzersizler yapmam yeterli.
DOĞRUSU: Hareketsiz kalmak yerine az da olsa spor yapmak kesinlikle daha iyi. Ancak haftada 1-2 kez 30 dakikalık egzersizler yeterli olmuyor. Mümkünse her gün ya da gün aşırı spor yapın. Spora başlayınca süresinin 60 dakikayı bulmasına özen gösterin ve anlamlı olması için çok hafif düzeyde yapmayın. Spor yapmak, metabolizmanın hızlanmasını sağlıyor ve hızlı bir metabolizma dinlenme halinde bile daha fazla kalori yakılmasına neden oluyor.
8. YANLIŞ: Protein diyeti ile hızlı ve sağlıklı zayıflayabilirim.
DOĞRUSU: Protein alımının vücut mekanizmasını hızlandırdığı doğru. Ancak sürekli protein ağırlıklı beslenmek kas dokusu ve su kaybına neden oluyor. 1 gram kas dokusu ile beraber yaklaşık 2,7 gr su kaybı gerçekleşiyor. Yağsız doku kütlesi kaybı da metabolik hızı düşürüyor. Tartıya çıktığımız zaman kilo verdiğimizi düşünürüz, ancak kaybettiğimiz kilonun çoğunluğu su ve kastan oluyor. Metabolizma yavaşladığı için de diyeti bozma ya da bırakma sonrasında hızlı bir şekilde kilo alımı gözleniyor.
9.YANLIŞ: Alkollü içecekler fazladan kalori almama neden olmaz.

DOĞRUSU: Alkol tüketiminin ne kadar sıklıkta ve ne kadar miktarda olduğu çok önemli. Ancak alkollü içeceklerin kalorili olmadıkları kesinlikle yanlış. 1gram karbonhidrat ve 1 gram protein 4 kkal enerji verirken, alkol 7 kkal enerji veriyor. Ayrıca alkol vücutta şeker gibi metabolize olup yağ gibi depolandığı için fazlası bize kilo olarak geri dönüyor. Alkol oranın da kaloriyle doğru orantılı olduğu da unutulmamalı. Bu yüzden alkol oranı düşük olanları, sıklığına dikkat ederek tüketmeniz doğru olacaktır. Alkol tüketimi, haftada 1-2‘yi geçmeyecek şekilde; kadınlarda 1, erkeklerde ise 2 birimde tutulmalı. Alkol alımının ardında bol su içmeye özen göstermek de çok büyük önem taşıyor.

10.YANLIŞ: Şekersiz olduğu sürece sınırsız çay ve kahve içilebilirim.

DOĞRUSU: Şekersiz çay, kahve içmek bize kalori aldırmaz. Ancak fazla çay ve kahve içerek sıvı ihtiyacımızı karşılıyor gibi düşünmemiz su içmeyi aksatmamıza neden oluyor. Oysa bu içecekler suyun yerini kesinlikle tutmazlar. Aksine çay ve kahve, kafein içerdikleri için fazla miktar tüketildiklerinde diüretik etki göstererek vücuttan sıvı kaybına yol açıyor. Sıvı ile birlikte elektrolitlerin, özellikle de sodyum, potasyum ve klorun kandaki seviyelerinin azalması durumu da ciddi sağlık problemleri oluşturabiliyor. Ayrıca çay ve kahve vücutta asitlenmeyi de arttırıyor. Asitlerin vücutta birikmesi de bağışıklık sisteminde rol alan hücreleri yok ederek hastalıklara çabuk yakalanılmasına neden olan serbest radikallerin oluşmasına yol açıyor. Hücre zarındaki proteinleri yıkarak hücreleri işlev yapamaz hale getirmek gibi ciddi sorunlar da yaratabiliyor. Bu yüzden vücudumuzda asit yapan içeceklere (başta çay, kahve ve asitli içecekler geliyor.) dikkat etmemiz gerekiyor. Ayrıca çay ve kahveyi yemeklerin hemen üzerine içmek, içerdikleri tanenler nedeniyle demir emilimini de engelliyor. Bunların hepsi göz önünde bulundurularak çay ve kahveyi; yemeklerden 1.5-2 saat sonra ve toplamı 5-8 fincanı geçmeyecek şekilde tüketmek doğru olacaktır.

BAŞ DÖNMESİ TÜMÖRÜN HABERCİSİ OLABİLİR

Baş dönmesi ve dengesizliğe yol açabilecek pek çok farklı hastalık olabilir. İç kulak hastalıkları, nörolojik hastalıklar ve psikiyatrik rahatsızlıklar en sık karşılaşılan nedenlerdir.

Başı dönen bir hastanın mutlaka doktora başvurması gerektiğini söyleyen Liv HOSPITAL Kulak Burun Boğaz Hastalıkları’ndan Prof. Dr. Sarp Saraç “Bazen tansiyon düşüklüğü baş dönmesin sebebidir ama kimi zaman kafa içindeki bir tümörün de ilk belirtisi olabilir” dedi.

Baş dönmesi depresyon sebebi

Baş dönmesine yol açan pek çok kulak hastalığı olabilir. Bunlardan en sık karşılaştığımız “benign paroksismal pozisyonel vertigo” adı verilen iç kulaktaki denge kristallerinin yarım daire kanalına kaçması nedeniyle olan ve baş hareketleri ile ortaya çıkan kısa süreli baş dönmesidir. Sık nedenlerden bir diğeri ise iç kulak sıvısının artması sonucu ortaya çıkan, ataklar halinde gelen ve saatler boyu süren şiddetli baş dönmesi ile karakterize bir hastalık olan Meniere hastalığıdır.

Baş dönmesine bulantı ve kusma eşlik eder

Baş dönmesi (vertigo) hareket illüzyonudur, yani hasta kendisinin ya da çevrenin hareket ettiği hissine kapılır. Bulantı ve kusma eşlik edebilir. Denge kaybı ise kişinin dengeyi sağlayan 3 sistemden (iç kulak, dokunma ve görme) biri ya da birden fazlasında ya da bu sistemleri koordine eden beyincikle ilgili bir sorun olduğunda ortaya çıkar. Hasta dengesini sağlamakta zorluk çeker, düşmeler olabilir.

Başı dönen hasta hangi hekime başvurmalı?

Baş dönmesinin pek çok nedeni vardır. Bu hastalıklardan bir kısmı ilaç tedavileri ile bir kısmı ise bazı döndürme manevraları ile tedavi edilebilir. Bazen tansiyon düşüklüğü baş dönmesine neden olabilirken diğer yandan baş dönmesi kafa içindeki bir tümörün ilk belirtisi olabilir. Dolayısıyla, baş dönmeli hasta mutlaka hekime başvurmalıdır. Baş dönmesinin en sık nedeni iç kulak hastalıklarıdır. Bu yüzden genellikle baş dönmeli hastaları ilk olarak Kulak-Burun-Boğaz hekimleri görmeli. İç kulakla ilgili bir sorun olmadığında hasta nöroloji veya psikiyatri bölümlerine sevk edilebilir. Bunun yanında eğer hastada baş dönmesi ile birlikte kuvvet kaybı veya his kaybı gibi şikayetler varsa direkt olarak nörolojiye baş vurması uygun olur.

Cerrahi müdahale gerekebilir

Baş dönmesinin pek çok farklı sebebi olduğu için her birinin tedavisi birbirinden farklıdır. En sık neden olan benign paroksismal pozisyonel vertigonun tedavisinde döndürme manevraları kullanılıyor. Meniere Hastalığı’nın tedavisinde ilaçlar ve ilaçların yeterli olmadığı durumlarda cerrahi müdahaleler uygulanır. Bunun yanında baş dönmesinin nedeni kafa içindeki tümöral bir oluşum ise cerrahi bir müdahale veya ışın tedavisi gerekebilir. Baş dönmesi ile gelen hastalara öncelikle komple bir kulak burun boğaz muayenesi yapılır. Gerekli durumlarda kulak mikroskop altında değerlendirilir. Pozisyonel baş dönmesinden şüphelenilen vakalarda “Dix-Hallpike” adı verilen bir manevra uygulanır. İşitme testi, başta Meniere Hastalığı olmak üzere iç kulak kaynaklı baş dönmelerinin teşhisinde çok yardımcı bir tetkiktir. Nistagmus adı verilen istemsiz göz hareketlerinin değerlendirilmesinde ise “Videoelektronistagmografi” adı verilen cihazdan yararlanıyoruz.

Nöroloji, beyin cerrahisi ve psikiyatri birlikte değerlendiriyor

Baş dönmesi insanlarda çok fazla rahatsızlık hissi yaratan bir şikayet. Özellikle şiddetli ve uzun süren baş dönmeleri hastalarda çaresizlik hissi, korku ve depresyon yaratıyor. Bunun yanında hastaların baş dönmesi yüzünden düşüp bir yerlerini yaralama, araba kullanırken gelirse kaza yapma gibi riskleri bulunuyor. Nöroloji, beyin cerrahisi ve psikiyatri bu hastalarımızı birlikte değerlendirdiğimiz ana bilim dallarının başında geliyor.

Stres atakları tetikliyor

Stres direkt olarak baş dönmesine neden olmasa da özellikle Meniere Hastalığı’nda stres, iç kulak sıvısını arttırıp baş dönmesi ataklarını tetikliyor. Meniere Hastalığı’nda aşırı tuz tüketimi de atak riskini arttırıyor. Bunun dışında beslenme bozukluğu kansızlığa yol açmışsa baş dönmesine neden olabilir.

TAVUK TERÖRÜ CİDDİ TEHDİT

Yapılan son araştırma tavuk çiftlikleri ve tavuk eti ile ilgili pek çok çelişkiyi gözler önüne serdi. Yumurtadan çıktıktan sonra kısa sürede kesime hazırlamak için civcivler aşırı yemleniyor, hormon dengesi bozulan tavuklar 17. günde kesiliyor.

Asıl ilginç olan nokta ise aşırı ve kimyasal yemleme ile metabolizması bozulan tavuklar kesilmemesi durumunda 45. günde kendiliğinden ölüyorlar.

Söz konusu durum bütün tavuk çiftlikleri ya da üreticiler için geçerli değil. Ancak belirtilen hile ile üretim yapan işletmeler kansere açık davetiye çıkarıyorlar. Yıllarca sağlıklı besin olarak tercih edilen tavuk etinin ise tüketici tarafından şüphe duyulan besin grubuna dahil olması artık an meselesi.