5053873217 [email protected]

HAMİLELİKTE ULTRASON ZARARLI MIDIR?

Ultrasonografi fetusun değerlendirilmesinde güvenli ve etkili bir yöntem olarak kabul edilir. Hamilelik takiplerinde yapılan ultrasonografik incelemeye ‘obstetrik ultrasonografi’ adı verilir. 1970’lerin son çeyreğinde kullanıma girmesinden bu yana ultrasonografi, obstetrik alanında kullanılan en önemli ve vazgeçilmez araçlardan biri olmuştur.

Günümüzde kullanılan gerçek zamanlı ultrasonografi cihazları, hareket halindeki fetusun görüntülerini monitör ekranına yansıtmakta ve fetusu incelemeye olanak tanımaktadırlar. Bu görüntüleri elde edebilmek için yüksek frekanslı ses dalgaları kullanılmaktadır. Bu dalgalar ‘transducer’ adı verilen bir prob tarafından üretilir. Bu prob anne adayının karnı ile temas eden cihazdır.

Probdan yayılan bu ses dalgaları değişik dokulardan değişik oranlarda ve formlarda yansıyarak aynı transducer’a geri dönerler. Birbirinden farklı olan bu yansımalar bilgisayar tarafından işlenerek görüntü olarak monitöre yansıtılır. Bu görüntüye ‘ultrasonogram’ adı verilir.

Fetal kalp atımları ya da bebeğin hareketleri gibi hareketli görüntüler monitörden izlenir. Benzer şekilde görüntülerin incelenmesi ile fetusta bulunan anormallikler saptanabilir. Yine fetusa ait ölçümler yapılarak gelişimi değerlendirilebilir.

Hamilelikte ultrasonografinin ana kullanım amaçları nelerdir?

1. Erken dönemde gebeliğin tanısı ve değerlendirilmesi

Gebelik kesesi transvajinal ultrasonografi ile 4.5 hafta gibi çok erken bir dönemde saptanabilir.

2. Düşük tehdidi

Erken gebelikte kanama ortaya çıktığında fetusun canlı olup olmadığı ultrasonografi ile değerlendirilir. Fetal kalp atımları 5,5-6. haftadan itibaren gelişmiş ultrasonografi cihazları ile saptanabilir. Bebeğin anne karnında öldüğü ‘missed abortus’ ya da hiç gelişmediği boş kese gibi durumların tanısı da ultrasonografi ile konur. Yine benzer şekilde dış gebelik veya mol gebelik tanısında da ultrasonografi son derece önemli bir rol oynar.

3. Gebelik kesesinin ve fetal büyüklüğün değerlendirilmesi

Fetusun belirli uzunluklarının ölçümü gebeliğin yaşını yansıtır. Bu özelllikle erken gebelikte daha belirgindir. Son adet tarihini hatırlamayan hastalarda fetal ölçümler gebeliğin kaç haftalık olduğu konusunda önemli bilgiler verir. Gebeliğin ilerleyen dönemlerinde ise fetusa ait bacak, kafa ve karın çevresi ölçümleri hem bebeğin ağırlığı hem de gelişimi ile ilgili değerli ipuçları verir.

Gebelik takiplerinde ölçülen parametreler şunlardır:

-Baş popo mesafesi (CRL): Bu ölçüm 7-13 gebelik haftalarında yapılır ve gebelik yaşını 3-4 günlük yanılma payıyla verir.

-Biparietal çap (BPD): Başın iki yanında yer alan ve parietal kemik adı verilen kemikler arasındaki mesafenin ölçümüdür. Bu ölçüm 13. haftadan sonra yapılır. 13. haftada 2.4 cm civarındayken miadda 9.5 cme kadar artar. Aynı ağırlığa sahip bebeklerin BPD uzunlukları değişik olabileceği için gebeliğin son dönemlerinde güvenilirliği azalır.

-Femur uzunluğu (FL): Kalça ile diz arasındaki femur adı verilen kemiğin ölçümüdür. İnsan vücudundaki en uzun kemiktir ve bebeğin uzunlamasına olan gelişimini yansıtır. Güvenilirliği BPD gibidir ve 14. haftada 1.5 cm iken termde 7.8 cm civarında ölçülür.

-Karın çevresi (AC): Gebeliğin son dönemlerindeki en önemli ölçümdür. Gebelik yaşından ziyade fetusun büyüklüğü ve ağırlığı hakkında ipuçları verir.

Fetusun ağırlığı BPD, FL ve ACnin birarada değerlendirilmesi ile yaklaşık olarak saptanabilir. Pekçok gelişmiş ultrasonografi cihazı bu hesaplamayı otomatik olarak yapmakla birlikte elle hesaplama için yapılmış grafik ve tablolar da mevcuttur.

4. Plasentanın yerinin saptanması

Obstetrik ultrasonografi plasenta previa ve benzeri plasental anomalilerin saptanmasında en etkili yöntemdir.

5. Çoğul gebelikler

Çoğul gebeliğin tanısı ultrasonografi ile konur. Ayrıca bebeklerin pozisyonları, fetustan fetusa transfüzyon sendromu gibi hastalıkların varlığı ile plasenta ve amniyon keselerinin sayısı da ultrsonografide saptanır.

6. Amniyon sıvısı hastalıkları

Amniyon sıvısının fazla ya da az olduğu durumlar da ultrasonografi ile saptanır. Her iki durumda da fetus anomali açısından dikatli bir şekilde değerlendirilmelidir.

7. Fetal anomaliler (Detaylı Ultrasonografi)

Fetusa ait pekçok anomali 20 hafta civarında yapılacak olan detaylı ultrasonografi ile saptanabilir. İkinci düzey ya da malformasyon ultrasonografisi olarak da adlandırılan bu incelemede bebeğe ait olabilecek hidrosefali, spina bifida gibi majör anomalilerin yanısıra, diyafram fıtığı, oniki parmak barsağında darlık gibi iç organları etkileyen anomaliler de saptanabilir. Ayrıca daha gelişmiş cihazlar yardımıyla yarık damak, yarık dudak, doğumsal kalp anomalileri ve Down sendromu varlığı tespit edilebilir. Bunlara ek olarak amniyosentez, koryon villus biopsisi, göbek kordonundan kan örneği alınması ve anne karnındaki bebeğe uygulanan benzeri girişimler de yine ultrason eşiliğinde yapılır.

8. Diğer uygulamalar

Ultrasonografi bebeğe ait şu durumların saptanmasında da tek araçtır:

-Anne karnında kaybedilen bebeğin saptanması
-Bebeğin rahim içinde duruş pozisyonunun saptanması
-Bebeğin iyilik halinin saptanması (biyofizik profil)

Hamilelikte Ultrason Takvimi

Hamile bir kadının tüm hamileliği boyunca kaç kere ultrasonografi incelemesine girmesi gerektiği konusunda katı kurallar yoktur. Herhangi bir anormallik saptandığında ya da normal olmayan bir durumdan şüphelenildiğinde ultrason incelemesi yapılabilir.

Herşeyin normal olduğu durumlarda ise adet gecikmesinden 1-2 hafta sonra gebelik varlığının saptanması ve bu gebeliğin rahim içinde yerleşmiş normal bir gebelik olduğunun gösterilmesi için ultrason incelemesi yapılır. Bunun dışında her rutin kontrolde ultrasonografi yapılabileceği gibi sadece 18-20 haftalarda anomali saptanması açısından ikinci düzey inceleme (detaylı ultrason) ve 34. haftada da bebeğin büyüklüğü ve pozisyonunu saptamak için ikinci bir inceleme yapılmasını öneren ekoller de mevcuttur.

Ülkemizde genelde her rutin kontrolde ultrason yapma eğilimi mevcuttur ve bu uygulama yanlış değildir. Ultrasonografinin uygulamaya girdiği dönemden günümüze kadar yapılan pek çok kontrollü çalışmada gelişmekte olan fetus üzerinde herhangi bir olumsuz etkisinin olduğu gösterilmemiştir.

Transvajinal ultrasonografi nedir ve ne zaman kullanılır?

Özel olarak tasarlanmış problar yardımıyla ultrasonografi vajinal yoldan yapılabilir.

Bu yöntem pelvik organların değerlendirilmesinde çok daha kaliteli görüntü sağlar ve dolayısıyla çok daha etkilidir. Özellikle hamile olmayan ya da hamileliğinin çok erken döneminde olan kadınlarda transvajinal ultrasonografi tercih edilmelidir.

Transvajinal ultrasonografi ile fetal kalp atımları 5,5-6 haftada saptanabilir. Ayrıca baş-popo mesafesinin ölçümü bu tür incelemelerde daha tatminkar olmaktadır.

Bizim uygulamalarımızda 13. haftaya kadar tüm ultrason incelemeleri transvajinal yöntemle yapılmaktadır.

Obstetrik uygulamalar dışında genel jinekolojik incelemelerin hemen hepsinde transvajinal ultrasonografi tercih edilmelidir. Bu yöntemde hem görüntü kalitesi ve güvenilirliği daha yüksek olmakta hem de hastanın idrarının sıkışık olması gerekmediğinden, hatta tercihen mesanesinin boş olması gerektiğinden hasta açısından daha konforlu olmaktadır. Mesanenin dolması beklenmediğinden gereksiz zaman kaybı sorunu da ortadan kalkmaktadır.

Doppler Ultrason Nedir?

Doppler prensipi hem NST cihazlarında hem de bebeğin kalp atımlarının dinlenmesinde kullanılan cihazlarda uzun zamandır kullanılmaktadır. Bu prensibin ultrason cihazlarına adapte edilmesi obstetrik alanında yeni ufuklar açmıştır.

Bebeğe ait kan damarlarındaki kan akım şekillerinin değerlendirilmesine olanak tanıyan Doppler Ultrasonografi incelemesi bebeğin iyilik hali hakkında oldukça yararlı bilgiler verir.

“Color flow mapping” adı verilen teknoloji ise kan akımının monitör üzerinde renkler ile temsil edilen şekilde görülmesini sağlar. Bu yöntemde atardamar ve toplardamarlarda akan kan farklı renkler ile temsil edilir.

3 Boyutlu Ultrason Nedir? Geleneksel ultrasonografinin yerine kullanılabilir mi?

Bu cihazlar ilk zamanlarda değişik açılardan elde ettikleri görüntüyü bilgisayar yazılımları yardımıyla işledikten sonra ekrana yansıtmaktayken, günümüzde kullanılan gelişmiş cihazlar inceleme ile eş zamanlı olarak üç boyutlu görüntü üretebilmektedirler. Eş zamanlıdan kasıt prob hastanın karnına konulduğu andan itibaren istenilen 3 boyutlu görüntünün elde edilmesidir.

3 boyutlu ultrasonografinin önemi bebeğe ait bazı anomalilerin çok daha kolaylıkla saptanabilmesidir. Ayrıca anne baba adaylarının bebeklerini daha doğmadan görmeleri aralarındaki psikolojik bağın daha güçlü olmasında yardımcı rol oynar.

3 boyutlu ultrasonografi hala yeni bir teknoloji sayılabilir ve hakkında daha fazla çalışmaya gerek vardır. Günümüzde kabul edilen gerçek, üç boyutlu ultrasonografinin geleneksel ultrasonografiyi ortadan kaldıramayacağı ve bunun doppler incelemesi gibi yardımcı bir teknik olduğudur.

Ultrasonografinin bebeğe bir zararı var mıdır?

Ultrasonografi hamile kadınlar üzerinde 40 yıldan daha uzun bir süredir kullanılmaktadır. Ultrasonografide röntgen gibi iyonize radyasyon kullanılmadığından gelişmekte olan fetus üzerinde toksik etkiye sahip değildir.

Laboratuvar ortamında uzun süreli ultrason dalgalarına maruz kalınmasının dokularda hafif bir ısınmaya yol açabileceği gösterilmiş olsa da yapılan çok sayıda kliniik çalışmada ultrasonografinin insanlar ve hayvanlar üzerinde zararlı etkisinin olduğu gösterilememiştir. Yapılan sınırlı büyüklükteki çalışmalarda ultrasonografinin düşük doğum ağırlığı, solaklık ve işitme bozukluğu ile ilgili olduğu öne sürülmekle birlikte bu bulgular geniş hasta sayısı ile yapılan çok sayıda çalışmada doğrulanmamıştır.

Hamilelikte ultrason uygulamaları ile ilgili en büyük risk, özellikle yeterli tecrübeye sahip olmayan kişiler tarafından yapılan incelemelerde bazı fetal anomalilerin gözden kaçırılması riskidir. Bu riski en aza indirmek için tüm gebelik boyunca en az bir incelemenin başka bir hekim tarafından yapılması yaygın ve etkili bir uygulamadır. Merkezimizde de 19-21. haftalarda yapılan detaylı ultrason, perinatoloji eğitimi almış bir hekim tarafından yapılmaktadır.

 

BAHAR YORGUNLUĞU ÇOCUKLARDA DA GÖRÜLEBİLİR

Baharı yaşadığımız bugünlerde havaların ısınmasıyla birlikte çevre koşulları da değişiyor. Bu değişimle virüs, parazit ve bakteriler de artıyor. Bu durum özellikle çocuklarda alerjik ve viral hastalıkların başlayıp giderek artacağına işaret ediyor. Peki çocukları bu hastalıklardan nasıl koruruz?

Hisar Intercontinental Hospital Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Birol Saral, çocukların mevsime uygun ve terletmeyen giysiler giymesi gerektiğini belirterek, “Sıvı tüketimleri arttırılmalı ve enfeksiyon şüphesi varsa sık sık ellerinin yıkanması gerekmektedir. Çocuklar C vitaminini de sık tüketmelidirler” dedi.
Hisar Intercontinental Hospital Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Birol Saral, yazın habercisi olan baharın, çocuklarda bazı hastalıkların özellikle alerjik ve viral hastalıkların başlayıp giderek artacağının işareti olduğunu söyledi. Havaların ısınmasıyla birlikte çevre koşullarındaki değişimin bazı virüs, parazit ve bakterilerin ortamda çoğalmasına neden olduğunu ve enfeksiyonların yaygınlaştığına dikkat çeken Dr. Saral, “Yine bahar mevsiminde ortamda artan polenler ve hayvan atıkları nedeniyle alerjik hastalıklarda da artış olur. Burada önemli bir noktada çocukların mevsime uygun giyinmeleri, terletmeyen giysiler seçilmesi, sıvı tüketiminin artırılması, enfeksiyon şüphesi varsa ellerin sık sık yıkanması ve C vitamininin de sık tüketilmesidir. Özellikle polen ve ev tozlarında korunmalı, evler sık sık havalandırılmalı, peluş tarzı giysi ve oyuncaklardan kaçınılmalı” dedi.
Uygun tedavi yapılmazsa başarı düşer
Dr. Saral, bahar döneminde en sık görülen hastalıkların, kabakulak, boğmaca, kızamık, kızamıkçık, suçiçeği, 5 ve 6. hastalıklar, rino ve adenovirüs gibi üst solunum enfeksiyonları olduğunu, nöro ve rotavirüs gibi ishal ve kusmayla sonuçlanan mide-barsak sorunlarının da ortaya çıkabileceğini ifade ederek, şunları söyledi:
“Mevsimsel alerjik rinit, astım, göz nezlesi olarak bilinen alerjik konjonktivit gibi alerjik hastalıklar da bu mevsimde artar. Uzun süren öksürük nöbetleri, gece öksürüğünün olması, nefes alıp vermede zorluk, arkadaşlarıyla oynarken çabuk yorulma, hırıltılı, hışıltılı nefes alıp verme de alerjik astımın habercisi olabilir ve bu mevsimde polenlerin de artmasıyla bu dönemde ortaya çıkabilir. Yine bu dönemde gördüğümüz, burundan şeffaf akıntı, burunda tıkanıklık, çocuğun burnunu devamlı kaşıması (alerjik selam), hapşırma, gözlerde yaşarma alerjik rinit (saman nezlesi)’tir. İyice tetkik edilip uygun tedaviye başlanmalıdır. Uygun tedavisi yapılmazsa çocuğun gece uyku kalitesi bozulur, yeterince dinlenemez, okul başarısı düşer, huysuz bir çocuk olur.”
Bahar yorgunluğu çocuklarda da görülebilir
Dr. Saral, genelde bahar geldiğinde erişkinlerin en çok şikayet ettiği konulardan birisinin bahar yorgunluğu olduğunu hatırlatarak, “Aynı sorun çocuklarda da olabilir. Bu da bize isteksizlik, iştahsızlık, okul başarısında düşme, uyku miktarında artma olarak döner” dedi.
Polenden korunun
Dr. Saral, bahar mevsiminde polen alerjisinden korunmak için çeşitli önlemler alınması gerektiğini de anımsatarak, “Özellikle sabah saatleri polenlerin sayısı havada en fazladır. Bu saatlerde kapı ve pencereleri kapalı tutmak gerekir. Evi cam açarak havalandırmak yerine polen filtreli klimalar ya da polen filtreli hava temizleyiciler kullanılabilir. Çim biçme gibi aktivitelerden kaçınılmalı ve eğer bu iş yapılacaksa maske takılmalıdır. Dışarıdan eve gelindiğinde el, yüz yıkanmalı, kıyafetler değiştirilmelidir. Kıyafetleri açık havada kurutmaktan kaçınılmalıdır” diye konuştu.

ÇOCUĞA, TUVALET EĞİTİMİ NASIL VERİLMELİ?

Çocukların tuvalet eğitimi için her anne iç güdülerine güvenerek bir yol izlerken uzmanlar zorlamadan kaçınmak gerektiğini söylüyor

ANNENİN KARARLI OLMASI ÖNEMLİ

Tuvalet eğitiminde çocukların hazır olmasının yanı sıra annenin de kararlı olması büyük önem taşıyor. Bu ağır yükün altında ayların geçmesini beklemektense bir sabah kalkıp, çocuğunuzun tuvalet eğitimine başlamaya karar vermelisiniz. Öncelikle yapmanız gereken kafanızdan soru işaretlerini kaldırmak ve çocuk yetiştirme konusunda geleneksel yöntemleri izlemek…

Çocuğunuz lazımlığa oturmayı reddediyorsa, tuvalet aparatı ile sizin kullandığınız tuvaleti denemek de sizin için bir çözüm önerisi olabilir. İlk günlerde olabilecek alta kaçırmaları hoş görmek, aşırıya kaçan tepkiler vermemek çocuğun hem tuvaletini tutması, kabızlık gibi problemlerin önüne geçmenize yardımcı olur.

Bu küçük eğitim boyunca unutumamalısınız ki, yetişkin olup hala bez kullanan bir tanıdığınız yok! Sizin çocuğunuz da er ya da geç tuvaletini tutmayı ve doğru yeri kullanmayı öğrenecek. Bunun için tek ihtiyacı olan şey zaman ve ona doğruları gösterecek bir rehber. Onun rehberi olurken, ona sadece tuvaleti değil tüm bir hayatı tanıtmanız gerektiğini ve önünüzde çok uzun bir yol bulunduğunu da aklınızdan çıkarmamalısınız.

1-2 YAŞ ÇOCUKLARININ BESLENMESİ NASIL OLMALI?

Şifa Kadıköy Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Arzu Yaşaroğlu Erkum 1 – 2 yaş grubu çocuklarının beslenmesi konusunda bilgi verdi.

Bu yaş grubundaki günlük dengeli olarak et, süt, tahıl, meyve, sebze, yağ ve şeker grubu gıdaları tüketmeleri gerekir. Bu dönemde günlük 350 mg kalsiyum ihtiyacı vardır. 250 – 300 gr. süt, yoğurt ve bir kibrit kutusu beyaz peynir bu ihtiyacı karşılar. Kemik gelişimi için bu dönemde de D vitaminine ihtiyaç vardır. D vitamini içeren gıdalar yetersiz sayıda olduğu ve kışın güneşten yararlanma şansı az olduğu için bu yaş grubunda da 400 ünite D vitaminine devam etmek gerekir. Demir ihtiyacı bu dönemde de devam etmektedir. Demirden zengin gıdaların C vitamini ile verilmesine dikkat edilmelidir. C vitamini vücutta depolanmadığı için günlük alınmasında fayda vardır. İlk bir yıldan farklı olarak artık inek sütü içilmesine izin vardır. Bu dönemde 1 – 2 su bardağı yeterli olmaktadır. Fakat bazı bebekler ısrarla daha fazla inek sütü içmek isterler. Bu yaklaşım çocukları tek yönlü beslenmeye ittiği gibi, kansızlık, kabızlık gibi rahatsızlıklara da neden olabilir. Bu dönemde yumurta beyazı ve bal da yavaş yavaş diyete eklenebilir. Hala anne sütü olan anneler, 2 yaşa kadar emzirmeye devam edebilirler. Eğer anne sütü isteği çok yoğunsa ve diğer gıdaların alımını engelliyorsa kesilmelidir. Kesme döneminde bebeğin sağlık durumunun yerinde olması gerekmektedir. Aksi taktirde aile ve bebek büyük sıkıntılar yaşayabilir.
Vücudumuzun bir miktar tuza gereksinimi vardır. Ancak bu gereksinim ilk yıllarda fazla değildir. Günlük ihtiyacımız olan tuz miktarını tuz dışı besinlerden de karşılayabiliriz. Bu yüzden çocuklar ilk 1 yaşta tuz ile tanıştırılmamalı ve 1 yaş sonrası beslenmede de sofrada tuzluk bulunmamalıdır. Çocuğu tuzlu ve şekerli damak tadına alıştırmamak, ileri yaşlarda tuza ve şekere bağlı hastalıklardan korumak için yapılacak en önemli yatırımdır.
1 yaş sonrası dönemde en sık karşılaşılan sorun iştahsızlıktır. Bebeğinizin 1 yaşından sonra büyüme hızı azaldığından, fizyolojik iştahsızlık dönemi başlar. 6 – 9 ay arası 400 gr. alan bebeğinizin, 1 yaş sonrası ayda 200 gr. civarı alması normaldir. Aileye bu bilgi 1 yaşına girmeden önce verilmelidir. Aileler tarafından “iştahsızlık” olarak algılanan bu dönemin çoğu çocuk için normal olduğu belirtilmelidir. Ayda 200 gr. Civarı kilo alabilen, fizik muayenesi doğal bir çocuk, fazla beslenmek için zorlanmamalıdır. Her çocuk için, aileler ile porsiyonlar, besin kalite ve içeriği konuşularak belirtilmelidir.
Her çocuğun gelişim hızının kendine özgü olduğu, genetik potansiyeli ile sınırlı olduğu belirtilmelidir. Ailelerin iştahsızlık şikayeti durumunda, öncelikle çocuğun muayenesi yapılmalı, muayene bulguları normal, yaşına uygun persentilde büyüme hızı gösteren bir çocukta öncelikle aileler ile besin içeriği ve porsiyonların miktarı konuşulmalıdır. Çocuğun tükettiği besin, aileyi tatmin edecek miktarda değil, çocuğun gereksinimine göre ayarlanmalıdır. Çocuğun normal büyüme sınırlarında olduğu,verilen besinin yeterli olduğu konusunda aile ikna edilmelidir. İştahsızlık, büyüme hızında yavaşlama, persentil eğrilerinde (büyüme eğrileri) düşme ile birlikte,oluyorsa, tam kan sayımı, tam idrar tahlili ve hekimin gerekli gördüğü diğer testler ile hasta organik nedenler açısından araştırılmalıdır.
İştahsız çocuklarda başta süt olmak üzere, kola, meyve suyu, çay, su gibi içeceklerin yemekten hemen önce veya yemek sırasında tüketimi sınırlandırılmalıdır. Sunulacak besin porsiyonları annenin isteğine göre değil, çocuğun gereksinimine göre ayarlanmalıdır. Bir öğündeki besin reddedildiyse, farklı bir besin denenmeli, o da reddedilirse, yemesi için çocuk zorlanmamalıdır. Reddedilen besin aralıklarla çocuğa tekrar sunulmalıdır. Yemek saatleri düzenli olmalı, ödül olarak çikolata veya şeker gibi tatlı besinler verilmemelidir. Yemek, gerekirse, çocuğun ilgisini çekecek şekilde süslenmeli, çocuğa, besinlerin yararları oyunlarla anlatılmalı ve onun seçim yapmasına izin verilmelidir. Az miktarda yiyen çocuklarda sık öğünler oluşturulmalıdır. Belirgin sağlık sorunu bulunmayan çocuklarda iştahsızlığın psikolojik nedenlere bağlı olabileceği düşünülmeli ve bu konuyla ilgili uzmandan yardım alınmalıdır.
Öncelikle ebeveynlerin bilgilendirilmesi çok önemlidir. Mümkün olduğunca 1 yaş altı tuzlu, şekerli besinlerle çocuğu tanıştırmamak, 1 – 2 yaş arası ödül olarak şeker, çikolata gibi ürünleri kullanmamak, tüm ailenin bu konuda aynı özeni göstermesi gerekir. Ayrıca ailelerin model oluşturması, cips, kola, basit şekerleri mümkün olduğunca tüketmemesi, çocuklara bunların zararlarının anlatılması en faydalı yaklaşımdır. Çocuklara kola yerine ayran, kefir, patates kızartması yerine fırında patates veya püre, çikolata yerine dondurma sevdirilmeye çalışılmalıdır. Anaokulu, kreş ve okul kantinlerinin de bu doğrultuda denetlenmesi gerekir.
1 – 2 Yaş Dönemi Çocukları için Günlük menü

Kahvaltı
2/3 su bardağı süt (120 ml)
1 yumurta veya 1 kibrit kutusu kadar peynir
1 tatlı kaşığı tereyağı
1-2 tatlı kaşığı reçel / bal / pekmez / fındık ezmesi (sadece 1 tanesi)
2-3 adet zeytin (çekirdeği çıkartılmış)
1 ince dilim ekmek
Birkaç dilim domates veya mandalina

Öğle
2-3 yemek kaşığı kıymalı sebze
1-2 yemek kaşığı pilav
2 yemek kaşığı yoğurt

İkindi
1 kase yoğurt (150 ml)
1 küçük meyve ya da 2-3 adet bisküvi

Akşam
1 adet ızgara köfte
1 kase yayla çorbası ya da yarım dilim ekmek

Gece
Anne sütü ya da mama, inek sütü

Beslenme bir alışkanlıktır. Bu yüzden doğru beslenme alışkanlıklarını oluşturmak çok önemlidir. Bu yaşlarda sağlayacağımız sağlıklı beslenme alışkanlığı, ileri yaşlarda oluşabilecek bir çok hastalığı önleyebilir. Doğru beslenme alışkanlıkları verebilmek için biz ebeveynlerin de model oluşturması çok önemlidir. Son zamanlarda obezite sıklığındaki artış beslenme alışkanlıklarımıza daha dikkatli bakmamız gerektiğini gösterir. Ülkemizde yapılan bir çalışmada Edirne’de kız ve erkek adölesanlarda obezite sıklığı sırasıyla, % 2.1 / 1.6, İstanbul’da % 14.7 / 18.7, Ankara’da % 3.7 / 1.9 olarak tesbit edilmiştir. Obezite, kalp-damar, metabolik, ortopedik ve psikiyatrik hastalıklara zemin hazırlamaktadır. Obeziteyi oluşmadan önlemek amacımız olmalıdır. Çocuğumuzun bıya göre uygun kilosunu bilerek diyetini düzenlemeliyiz. Çocukları fast – food ve abur cuburdan uzak tutmalıyız. Bilgisayar ve televizyon oyunları 1 saat ile sınırlandırılıp, fiziksel aktiviteyi artırmalıyız. Düzenli olarak boy ve kilo ölçümleri yaparak kontrolleri sürdürmeliyiz.

SEZERYAN HANGİ DURUMLARDA MECBURİDİR?

Doğumun en doğal yolu olan normal doğum bazı durum ve şartlarda mümkün olmaz. Peki nedir bu şartlar?

İlk bebeğin ters geliyor olması, bebeğin anne karnında yan duruşu, plasentanın önde oluşu, plasentanın erken ayrılması, kordonun bebeğin başının önünde olması, bebeğin suyunun ileri derecede azalması, üçüz gebelik, ikiz gebelikte ilk bebeğin poposunun önde olması, annenin kemik yapısının dar olması, annenin bel fıtığı, kalp hastalığı, yüksek tansiyon gibi ıkınmasının mahsurlu olduğu durumlar, annede genital bölgede herpes (uçuk) ve HPV gibi virütik enfeksiyon durumunun bulunması gibi durumlarda sezaryen tercih edilir.

KANSER HASTALARI DA ANNE OLABİLİR!

Genç yaşta kanserle tanışan kadınların en büyük kaygılarından biri, tedaviden sonra anne olma şansını yitirip yitirmeyecekleri… Kadınların bu kaygılarına karşılık, bilim dünyası da tıbbi çözüm arayışını sürdürüyor. Acıbadem Üniversitesi, 13 Ocak 2103 Pazar günü, kanser tedavisinde anne olmayı engelleyen sorunlar ve bilimsel çözümler konusunda yeni gelişmelerin ele alınacağı “Kanserde Doğurganlığın Korunması” başlıklı bilimsel bir toplantı düzenliyor.

Sağlık Bakanlığı Kanser Daire Başkanı Doç. Dr. Murat Gültekin’in de konuşmacı olarak katılacağı sempozyumda, “kanser olan kadınlarda anne olma şansını arttıran yöntemlere” dikkat çekilecek.

Acıbadem Üniversitesi’nin yanısıra çeşitli üniversitelerden hekimlerin de konuşmacı olarak yeralacagı sempozyumda; Acıbadem Üniversitesi Öğretim Üyesi Kadın Hastalıkları-Doğum ve Jinekolojik Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Mete Güngör, “jinekolojik kanserlerde organ koruyucu yaklaşımlar”ı anlatacak. Acıbadem Maslak Hastanesi Tüp Bebek Merkezi Koordinatörü Prof. Dr. Bülent Tıraş ise “kanserli hastalarda yumurtlama tedavisindeki son gelişmeler”i aktaracak.

KANSERDE DOĞURGANLIĞIN KORUNMASI SEMPOZYUMU

Başkanlar: Prof. Dr. Mete Güngör, Prof. Dr. Tansu Küçük

Program
I. OTURUM:
Oturum Başkanları: Faruk KÖSE, Serkan ERKANLI
10:00-10:15 Doğurganlığın korunması kavramı ve endikasyonları
Acıbadem Maslak Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof. Dr. Tansu Küçük
10:15-10:30 Doğurganlığın korunmasında etik ve yönetmelikler
Sağlık Bakanlığı Kanser Daire Başkanı Doç. Dr. Murat Gültekin
10:30-10:45 Doğurganlığın korunabileceği kanserlerin epidemiyolojisi
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. Nejat Özgül
10:45-11:15 TARTIŞMA

II. OTURUM:
Oturum Başkanları: Bülent TIRAŞ , Ateş KARATEKE
11:30-11:45 Kemoterapinin fertilite üzerine etkisi
Acıbadem Maslak Hastanesi Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Özlem Er
11:45-12:00 Radyoterapinin fertilite üzerine etkisi
Acıbadem Maslak Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Uzmanı Doç. Dr. Hale Başak Özkök
12:00-12:15 Jinekolojik kanserlerde organ koruyucu yaklaşımlar
Acıbadem Üniversitesi Öğretim Üyesi Kadın Hastalıkları-Doğum ve Jinekolojik Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Mete Güngör

12:30-13:30 YEMEK

III. OTURUM:
Oturum Başkanları: Tansu KÜÇÜK, Bülent URMAN
13:30-13:45 Overleri RT veya KT zararlarından koruyacak yaklaşımlar
Acıbadem Kadıköy Hastanesi Tüp Bebek Merkezi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Tayfun Bağış
13:45-14:00 Kanserli hastalarda ovaryan stimülasyon
Acıbadem Maslak Hastanesi Tüp Bebek Merkezi Koordinatörü Prof. Dr. Bülent Tıraş
14:00-14:15 Embriyo ve oosit kriopreservasyonu
Amerikan Hastanesi Embriyoloji Uzmanı Dr. Başak Balaban
14:15-14:30 Over dokusunun kriopreservasyonu ve transplantasyonu
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof. Dr. Murat Sönmezer
14:30-15:00 TARTIŞMA VE KAPANIŞ