5053873217 [email protected]

Eveeeeeeet , koca bir yaz tatilini daha geride bıraktık. Başta mini mini birler çalışkan ikiler olmak üzere pek çok öğrenci, birkaç hafta sonra bir eğitim ve öğretim yılına daha başlayacak. Bu eğitim yılını, kokulu pembe silgiler ve renkli kalemlerin coşkusuyla karşılamayı çok isterdim ama maalesef bunun tam aksine- biraz da işin içinde olduğumdan olabilir- bu seneyi büyük bir kaygıyla karşılıyorum.
Günlerdir üzerinde tartışılan çiçeği burnunda yeni eğitim sistemimiz nam-ı diğer 4+4+4 hakkında söylenenleri yinelemek istemiyorum çünkü anladım ki bunun bir faydası yok. Birisi emekli, diğeri emekli olmak üzere olan öğretmen-ayrıca işinin hakkını vermek için kendini paralayan- anne ve babanın çocuğu olduğumdan eğitim camiasında büyüdüm ve bu yüzden eğitimin nasıl bir şey olduğunu kısmen de olsa bildiğimi sanıyorum. Bu yeterli değil diyenler olabilir, Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Bölümü son sınıf öğrencisiyim ki bu da bana duyduklarımı değerlendirmede ve yorumlamada işkembeden atmak yerine bilimsel verilere dayanma olanağı sağlamaktadır.
Gelelim fasulyenin nimetlerine… Gönül isterdi ki şu birkaç satırda yüreklerinize su serpebilsem ya da en azından işin tozpembe taraflarını gösterebilsem. Yukarıda da belirttiğim gibi, bu konu hakkında şimdiye dek söylenenleri- samimi olmak gerekirse uzmanların ve kafası karmakarışık ebeveynlerin feryatlarını- tekrar etmek istemiyorum. Zaten onca uzmandan sonra sadece öğrenci olan birinin görüşleri sanıyorum ki konuya farklı bir ekleme yapmayacaktır. Öyleyse niye ağzını açıyorsun be çocuk? diyebilirsiniz. Aslında bu yazımı kaleme almama sevgili Enver Aysever’ in Aykırı Sorular programı neden oldu. Aysever 3 Eylül 2012 tarihli programında ODTÜ Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. M. Yaşar Özden ile 4+4+4 sürecini değerlendirdi. Daha önce de Prof. Dr. Yankı Yazgan ile aynı konuda konuşmuştu. Yine muhteşem sorular sordu dememe gerek yok sanırım ve bence bilimsel verilere dayanan hiç de aykırı olmayan cevaplar bizleri yine aynı noktalarda buluşturdu. Yeni sistemin çocukların gelişim dönemi özelliklerine uygunluğu, madem oyun oynanacak bunu neden okul öncesi adı altında yapılmadığı, okul öncesi öğretmenlerinin görevlerini gerekli bilgiye sahip olmayan sınıf öğretmenlerine vermenin sakıncaları, yeni sistemle ilgili bilinmeyenlerin yarattığı kaygılar vb.
Söyleşi sırasında Özden, 2005’te eğitimde yapılan radikal değişiklikten sonra günümüze kadar 7 yılın geçtiğini, eğitimde bir reformu değerlendirip çöpe atmak için ya da onunla ilgili radikal değişiklikler yapmak için 7 yılın yeterli bir süre olmadığını belirtti. Ayrıca tasarının onlara, fikirlerini almak için sunulan haliyle, onaylanan son hali arasında farklılıklar olduğunu söylediğinde öyle şaşırdım ki eminim gözlerimi pörtletmişimdir. Böyle bir şey gerçekten mümkün müdür? Evimize halı seçmiyoruz, sayısız çocuğun ve insanın hayatını etkileyebilecek bir karar alıyoruz. Söyleşinin son dakikalarında Aysever sayın bakanım soruyor diyerek Özden’e sorularıma soru, kaygılarıma kaygı ekleyen bir mesaj iletti. -Bu mesaj tam olarak 37:12. dakikada başlıyor. Programın tekrarına http://tv.cnnturk.com/aykirisorular sayfasından ulaşabilirsiniz. – Mesajda beni bu denli etkileyen cümlelere gelince: “Bizim elimizde de farklı akademik raporlar var bakanlığımızda çalışanların %60 ı bu alanda doktora yapmış insanlar onların farklı değerleri var. … Madem ki ODTÜ’den bilim adamı bunu söylüyor şu ifadesini altüst edecek bir şey. Okul temelli akademik bilgilerden bahsediyor yani 66 aylık çocuğa akademik bilgi vereceğimizi var sayıyor. O varsayım yanlış. Biz 66 aylık çocuğu aldıktan sonra hemen okul temelli akademik eğitime başlamayacağız.”
Öyleyse bilgilerimiz eski midir? –Çünkü şimdiye dek duyduğum hemen her yorum, senelerdir girdiğim derslerde öğrendiğim ve baktığım her kitapta okuduğum bilgilere dayanıyor. – Gerçi söyleşi sırasında sayın Özden, sadece “O bilgiler eski?” demenin pek bir anlamı olmadığını çünkü sırf bu cümleye dayanarak adım atılamayacağını, muhakkak yerine bilimsel bir veri konulması gerektiğini de belirtmişti. Peki şimdi bu durumda biz geçerliği olmayan bilgilerle mi eğitilip, yine aynı bilgilerle mi KPSS gibi sınavlara giriyoruz? Mesleğe o “eski” bilgilerle mi adım atıyoruz? Söylendiği gibi daha güncel bilgiler söz konusu ise, bunları başta eğitimci adayı olan öğrenciler olmak üzere tüm eğitimcilere duyurmak gerekmez mi? Bir diğer ayrıntı da şu, madem çocuklar akademik bilgi almayacak, oyun oynayacak, neden bu işi eğitimini almış kişilere vermiyorlar da, kısa süreli seminer destekleriyle sınıf öğretmenlerini ekstradan strese sokuyorlar ? Ya da dediğim gibi her şeyin bir açıklaması varsa anlatsalar da hepimiz rahatlasak. Oyun hamuru yerine konan çocuklardan hiç bahsetmiyorum bile zira olan -pek çok zaman olduğu gibi- yine çocuklara olacak. Ebeveynleri ve öğretmenleri bir yana bırakalım, olası zararlardan en çok etkilenen, bunlarla baş etme potansiyeli görünürde en düşük olan ne yazık ki çocuklar. Ve onlar bizim çocuklarımız.
Geçtiğimiz sene bahar döneminde çok sevgili hocam Dr. Seval Eminoğlu Küçüktepe’ den aldığım Rehberlikte Program Geliştirme dersinde, tek bir dersin bile programının hazırlanmasının ne kadar emek istediğini, ne kadar zorlu bir süreç olduğunu gördüm. Üstelik bu dersi aşamaları ezberleyerek değil, gayet işin mantığında ne var onu görerek tamamladım. Tabii ki şimdi size bu süreci tek tek yazacak değilim.-Meraklısına özel olarak anlatabilirim- Burada sadece herhangi bir dersin programını geliştirmekten de bahsetmiyoruz, koca bir eğitim sistemini yeniden düzenlemekten bahsediyoruz. Madem öyle, onca emekten sonra ortaya bir türlü anlaşılamayan ve kaygı uyandıran bir sistem koymak yerine, sistemin merak edilen tüm unsurlarını açıklayarak kaygıları en aza indirmek daha iyi olmaz mıydı? Hem böylece ortaya çıkardığınız ürün eleştiri ve kaygı üretmektense, hak ettiği değeri daha fazla görmez miydi?
Sorulan her soruya cevap verilebiliyor belki ama okulöncesi öğretmenliği eğitimi almamış sınıf öğretmenlerinin, okulöncesi çağındaki çocuklara eğitim/öğretim verirken hallerinin nice olacağına dair bir cevaba henüz rastlamadım. Söylenen tek şey: “Okuma yazma öğretimine Nisan’da başlanacak, o zamana kadar oyun oynanacak.” Bu yeni sistem bizlere bir oyun oynamasa bari.
Öğretmen Akademisi Vakfı’ nın reklamlarından biri, bir sınıf öğretmeninin öğrencilerine yönelttiği şu soruyla sonlanıyor: Önümüze çok zor bir şey çıkarsa ne diyeceğiz? Çocuklar: Biz bunu yaparız. Sanırım artık elimizden gelen tek şey, bu slogana sıkı sıkı sarılmak. Ama bence bu konuyla ilgili asıl soru şu: Biz bunu yapmalı mıyız?
Sözü daha fazla uzatmayayım. Laf aramızda, buraya kadar suya sabuna dokunmadan fikrimi dile getireceğim diye canım çıktı zaten.

 

Başak SULTAN