5053873217 [email protected]

Öyle sanıyorum ki bu yazı pek çok öğrencinin hislerine tercüman olacaktır. Malum yaz sezonundayız. Bu kimileri için deniz, kum, güneş üçlüsüyle, ormanda ağaçlar arasında kamp havasında ya da evinin balkonunda tatil yapmak demektir. Kimileri içinse –genellikle pek çok kademeden öğrenci için- sınavların bitişi ve yeni başlangıçları bekleme sezonudur.” İstediğim liseye gidebilecek miyim? İstediğim üniversiteye gidebilecek miyim? İstediğim yere atanabilecek miyim?- Daha da kötüsü, herhangi bir yere atanabilecek miyim yoksa başka işler peşinde mi koşmak zorunda kalacağım?” sorularıyla cebelleşme aylarıdır.
Hal böyle olunca, çeşitli kanallarda üniversite tercihiyle ilgili çeşitli programlar oluyor ve bunlarda doğru tercih yapmanın esasları uzmanlarca anlatılıyor. Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık üzerine eğitim alan biri olarak gördüğüm her programı büyük bir ciddiyetle takip etmeye çalışıyorum. Aslında epey iyi gidiyor, puanlar, mesleklerin tanıtımı, üniversitelerden gelen rektörler ve reklamları… Bunların her birini olabildiğince detaylı anlatmaya özen gösteriyorlar. Hatta sosyal medya ve telefon aracılığıyla sorular da alınıyor ve cevaplanıyor. Hedef kitle kalabalık haliyle çok soru var, bu yüzden belirlenen süre içinde değinebildikleri her şeyi aktarıyorlar. Bunlar arasına sıkıştırılmış ailelere ve aday öğrencilere verilen tavsiyeler de var: Meslek seçmeden önce o mesleklerden insanlarla konuşun. Aileler çocuklara baskı uygulamasın, fikir versinler ancak seçimleri onlara bıraksınlar. Mesleğin sadece gelirini ya da iş alanlarını düşünmeyin, o mesleği seviyor olmanız da en az bunlar kadar önemli çünkü bir ömür boyu onu yapacaksınız. Üniversitelerin sizlere sunacağı olanakları araştırın, yurt-burs ve staj imkanlarını, sosyal hayatlarını, kulüplerini, öğrencilere sundukları etkinlikleri, edinebileceğiniz her konuda bilgi edinin, kampüslerinin yerlerini öğrenin, gidin, gezin, görün. Sadece akademik açıdan değil sosyal açıdan da değerlendirerek seçim yapın. Her şey gerçekten güzel gidiyor, çok yapıcı ve de yararlı.
Geçtiğimiz cuma günü-tam da LYS puanlarının açıklandığı gün- yine bu programlardan birini izledim. Bittiğinde öyle bir havaya bürünmüştüm ki öğrenciler senelerce süren zorlu sürecin sonuna gelmiştir artık rahatlardır dedim- çünkü bildiğiniz gibi, son sene hazırlanılan sınavlarda başarıya ulaşmak daha zordur bu nedenle öğrenciler senelerce dershanelere ve özel kurslara gider-. Onların rahatlığını içimde hissettim ve ardından “ülkemde her öğrenci girdiği sınavlardan sonra kendisine en uygun seçimleri yaparak hayatına bir yön verebiliyor” gülümsemesi oturdu yüzüme.

TERCİHLERİMİZİ NEYE GÖRE YAPIYORUZ?
Sonra birden zihnimde bir gong sesi belirdi. -Bu yazıyı yazma sebebim tam da bu sestir.- “Hayır, bu koca bir yalan! Kaç kişi gerçekten tüm bu tavsiyelere uyarak seçim yapıyor ki?” dedim. Haliyle yüzümdeki o uzun isimli gülümseme kayboldu. Evet belki olması gereken tüm bu ayrıntılara bakarak seçimler yapmak ama benim bildiğim- en azından senelerdir gördüğüm çoğunluk öyleydi- üniversite vb. sınavlara girilir, sonra gelen puana uygun ve mezun olunduğunda sağlayacağı kazanca göre bir üniversite ve bölüm tercihi listesi doldurulur. Kimi zaman önceden belirlenmiş yerlere uygun olarak- çünkü puan istenen yerlere yeterlidir-, kimi zaman da kader tarafından örülmüş ağlara uygun olarak, artık ne gelirse bahtına. Bu ülkede kendisine “Ne okumak istiyorsun, nereyi düşünüyorsun” vb diye sorulduğunda ne kadar çok doktor, mimar, öğretmen, mühendis, hemşire olmak isteyen varsa bir o kadar da- belki daha da fazla-puanı nereye yeterse onu olmayı isteyen öğrenci vardır bence. Bazen bu puan, bölümden mezun olunduğunda yapılacak işin ve getireceği kazancın da önüne geçebilir çünkü önemli olan “üniversiteyi kazanmış ve açıkta kalmamış olmak” tır.
Haa tabi bu aşamada velilerinin inkar edilemez etkilerini de görmezden gelirsek çok ayıp olur. Pek çok ebeveynin, gelen puan yüksek ya da düşük olsun, bunlardan bazıları uzmanların tavsiyelerini dinledikten sonra bazen hak verseler de, “Sen hayatın gerçeklerini bilmiyorsun, şimdi kızsan da ileride bana teşekkür edeceksin evlat.” diyerek tercih listesinin ortasına parmak bastıklarını bilmeyen yoktur sanırım.

DİPLOMALI EŞEK OLMA SORUNSALI!

Öte yandan bu sürecin başka bir boyutu daha var: Diplomalı eşek olma sorunsalı. Hani büyüklerimizin bir lafı vardır: Oku baban gibi, eşek olma. -Bunu bazen virgülün yerini değiştirerek biraz esprili bir dille de söylerler.- Amaç okuyup bir meslek sahibi olmamız, aynı zamanda ve genellikle emir kipinde söylenen “ödevlerini yap, ders çalış” cümleleri arasında büyürken kendimizi sadece akademik anlamda geliştirmeyelim aynı zamanda sağduyulu bireyler de olabilmemizdir. Çünkü okumak bizi her anlamda geliştirecektir. Yalnız nasıl oluyorsa-aslında nasıl olduğu gayet ortada da onu da yazarsam bunun son yazım olmasından çekiniyorum, varın gerisini siz anlayın.- günümüzde gösterilen onca çabaya rağmen, girilen sınavlar ve bu sınavlara hazırlık süreçlerinden bahsediyorum,-herkes olmasa da- bir şekilde hem diplomalı hem de eşek olabiliyoruz. İlkokulda kendimizden büyük çantaları taşıyıp, ödevlerimizi düzenli yapmakla başlıyoruz her şeye. Karnelerimizin kişisel ve sosyal beceriler kısmını bir kenara atıp sadece derslerin yazılı olduğu bölüme odaklanıyoruz. Sonrasında yaptığımız tek şey de makine gibi çalışmak, çalışmak, çalışmak. Bu uğurda yeri geliyor saçları döküyoruz yeri geliyor muhteşem vücut ölçülerimizden vazgeçiyoruz. -Nasıl oluyor bu demeyin, habire ders çalışırken bir yandan da homini gırtlak yeme suretiyle beden ölçüleri de fizik kuralları eşliğinde küreselleşiyor haliyle, üstelik günümüzde annelerimizin ev yapımı abur cuburlarının yerini bilimum katkılı ve süper kalorili abur cuburlar almıştır.- Bu çalışma temposu öyle bir hale geliyor ki arkadaşlarımızla vakit geçirmek, sinemaya gitmek, oyun oynamak ya da hiçbir şey yapmadan yayılıp yatmak gibi normal olan şeyleri “bunu yapmak yerine bilmem kaç soru çözerdim” ya da “ben burada bunu yaparken bir yerlerde soru çözen rakiplerim var” diyerek lüks olarak algılamaya başlıyoruz. Birbirimizle girdiğimiz rekabetten ve sadece derslerle ilgilendiğimiz için bozulan sosyal ilişkilerimizden bahsetmiyorum bile… İstediğimiz- ya da istediğimizi düşündürüldüğümüz- noktaya gelmek için daha da yükselmeli ve yükselirken arkamızda neler bıraktığımıza da bakmamalıyız yoksa mazallah, bir anda-muhtemelen hırsımızın zayıf olduğu bir an- yükselmemizden daha önemli gelebilirler. Bu süre zarfında da annelerimizin çay partilerine, kadın günlerine falan konu oluyoruz. Seninki takdir getirdi mi bu dönem? Benimkine öğretmeni takmış, teşekkür alabildi ancak. Daha altımız bezliyken ayaklarımız üzerinde durur durmaz koşmaya başlamak gibi bir şey bu. Nam-ı diğer ”bir mesleğin olsun da insan olmasan da olur”a doğru koşmak.

Ülkenin en iyi üniversitelerinden birine dereceyle girip, “İstediğim her şeyi yaptım, gezdim tozdum, biraz soru çözdüm ama kendimi helak etmedim.” diyen kaç öğrenci vardır ki? Zaten onca sınav bu en iyileri- bu “iyi” denen şey de neyse artık- seçebilmek için değil mi? Üniversite kontenjanları bile bunu göstermiyor mu?

İşte bunları göz önüne aldığımda, tercih programlarında ya da seminerlerde yararlı ne söylenirse söylensin, kim bunları uygular ki? Aile çocuklarının getirdiği karnelere ve sınav sonuçlarına çocuk da senelerce en yüksek puanlara odaklanmış, üniversite denen şeyin sosyal olanakları olan bir yer olduğunu bilmeyen öğrenciler bile var. Bu nedenle kazandıktan sonra“Senelerce bunun için mi çalıştım?” diyerek hayal kırıklığına uğrayanlar da var.
Günümüzde başarılı- genelde başarıdan da anladığımız akademik başarı ve iş başarısı- olabilmek için ne çocuk oluyoruz ne genç, ileride daha rahat yaşamak için şimdi biraz kendimiz hırpalayalım diyoruz ya da bize dedirtiyorlar. Hatta buna kendimizi öyle bir kaptırıyoruz ki insanlığımızı da unutup diplomalı eşek olduğumuz bile oluyor… Hepimiz hayatımızda en az bir kere birileri için“Okumuş ama adam olamamış.” dendiğini duyarız. Bir gün eğer bu tavsiyeler -hani yukarıda bahsettiklerim- doğrultusunda seçimler yapan öğrencilerin ve onlara bilinçli olarak destek olan velilerin çoğunlukta olduğu bir Türkiye görürsem, şimdilik bu bir ütopya gibi görünse de, sanırım işte o gerçekten gelişmiş bir Türkiye olacaktır.

Başak SULTAN