5053873217 [email protected]

AŞIRI HORLAMAYA DİKKAT! HASTALIKLARI TETİKLEYEBİLİR!

Uyku Apne Sendromu; geceleri uyku sırasında üst hava yollarının daralması ya da tam tıkanması nedeniyle, nefes alıp vermenin bozulması sonucunda akciğerlere yeterince hava girememesine bağlı olarak dokulara yeterli oksijen iletilememesiyle karakterize bir hastalık.

Uyku sırasında apne denilen nefes durmaları kanda oksijen miktarını düşürüyor, hem sistemik, hem de pulmoner hipertansiyona neden olacak sempatik deşarja neden oluyor. Ayrıca oksidatif stres denilen, vücuttaki tüm damarlarda damar sertliği yapacak bir dizi olayın başlamasına neden oluyor. Her 100 kişiden 5’inde ortaya çıkan Uyku Apne Sendromu gündüz ve gece aşırı uyku eğilimi yaparak kişinin direksiyon başında veya işyerinde uyuklamasına ve dikkat dağınıklığına yol açarak sık trafik ile iş kazaları olmasına neden oluyor.

Acıbadem Ankara Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Sadık Ardıç, Uyku Apne Sendromu’nun tedavi edilmediğinde yaşamı tehdit eden pek çok hastalığı da tetiklediğine dikkat çekerek, “Bu sendrom kalp krizinden inmeye, diyabetten obeziteye kadar birçok hastalığa davetiye çıkarabiliyor. Bu nedenle hastalığın tedavi edilmesi yaşamsal öneme sahip.” diyor.
Üç temel belirtisi var: Şiddetli horlama, nefes durması, gündüz aşırı uyku hali…
Göğüs Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Sadık Ardıç, Uyku Apne Sendromu’nun en temel belirtisinin şiddetli horlama olduğuna dikkat çekiyor. Horlama daralmış hava yollarında vücudun aşırı çaba harcayarak nefes almaya çalışmasından kaynaklanıyor. Uykudan boğularak uyanma ve uykuda nefesin zaman zaman kesilmesi de diğer önemli belirtilerinden. Apneler gece boyunca onlarca kez tekrarlayabiliyor. Bu şekilde her gece birçok kez uyanan hastalar sık uyku bölünmeleri nedeniyle dinlendirici derin uyku evrelerine geçemiyor. Bunun sonucunda gündüz uyuklama hali ve çok çabuk uykuya dalma sorunundan da şikayet ediyor. Bunların yanı sıra sabahları gergin uyanma ve baş ağrıları, çabuk sinirlenme, unutkanlık, anksiyete, konsantrasyon bozukluğu ve cinsel yaşama karşı isteksiz görülebiliyor. Belirtilerden özellikle nefesin durması, horlama ve gündüz aşırı uyku hali varsa, bu durum hastada yüzde 90 olasılıkla Uyku Apnesi Sendromu olduğuna işaret ediyor. Kesin tanı ‘polisomnografi’ adı verilen uyku testi ile konuyor.
Uyku Apnesi’nin tetiklediği 7 hastalık


Göğüs Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Sadık Ardıç, Uyku Apne Sendromu’nun tedavi edilmediğinde uzun dönemde hangi hastalıklara yol açabileceğini şöyle sıralıyor:
1. İnme: Oksidatif stres vücuttaki tüm damarlarda sertliğin gelişmesine neden oluyor. Bunun sonucunda da beyinde yaşamı tehdit eden dolaşım bozuklukları gelişiyor. Kişi ya yaşamını yitiriyor ya da hayatına felçli olarak devam ediyor.
2. Kalp krizi: Yapılan araştırmalar kalp krizi geçiren hastaların yüzde 35-65’inde Uyku Apne Sendromu olduğunu tespit etti. Özellikle genç yaşta hayatını kaybeden ve ‘hiçbir yaşta hastalığı yoktu’ denilen hastaların çoğunun ölüm nedeni aslında Uyku Apne Sendromu oluyor.
3. Yüksek tansiyon: Yapılan çalışmalar Uyku Apne Sendromu olan hastaların yarısından çoğunda hipertansiyon olduğunu ortaya koydu. Hastaların kan basıncı uykuda apnelere bağlı gelişen sempatik aktivitenin artışına, kan oksijen değerinin düşmesine bağlanıyor. Bu hastaların gece ve gün boyu tansiyonları yüksek olabiliyor. Bazı hastalar ise düzenli ilaç tedavisi almalarına rağmen yüksek tansiyonlarının kontrol altına alınamadığından şikayet ediyor. Bu hastaların kontrolünün Uyku Apne Sendromu tedavisinden sonra kolaylaştığı biliniyor.
4. Pulmoner Hipertansiyon: Akciğer damarlarında sempatik aktivite artışı ve oksidatif stres nedeniyle damar cidarında yapı bozukluğu oluşup, tansiyonunun yükselmesi durumudur. Uyku Apne Sendromu tedavisi ile düzeliyor. Ancak tedavi olmayan hastalarda, tedavisi çok zor olan nefes darlığıyla kendisini gösteriyor.
5. Diyabet: Apne sonrası gelişen uyku parçalanmaları ve oksidatif stres bir süre sonra insulin direnci gelişmesine neden olarak diyabet gelişimini kolaylaştırıyor. Bu durum tedavi edilmezse glikoz kontrolü ve insülin direncini kötü etkiliyor ve kan şekeri düzensizliğinin daha da artarak hastalığın ağırlaşmasına neden oluyor.
6. Obezite: İştahı ve doyma isteğini düzenleyen hormonların mekanizmasının bozulmasına yol açarak obeziteye neden oluyor. Bu hormonların oranları değiştiğinde kişide önlenemez bir iştah artışı ortaya çıkıyor. Ayrıca gece uyku bölünmesi de kilo artışını kolaylaştıran bir başka önemli faktörü oluşturuyor.
7. Erkeklerde empotans, kadınlarda cinsel isteksizlik: Libido kaybına neden olarak aynı zamanda cinsel yaşamı da olumsuz etkiliyor. Örneğin erkeklerde empotansa (iktidarsızlık) neden olurken, kadınlarda ise cinsel isteksizlik ve orgazm güçlüğüne yol açabiliyor. Uyku apnesinin cinsel ilişkide sorun yaratmasının diğer bir önemli nedeni, hastaların uykuya eğilimleri nedeniyle cinsel ilişkiyi sürdürememeleri.

Basınçlı hava üfleyen maske en etkili çözüm
Göğüs Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Sadık Ardıç, Uyku Apnesi Sendromu’nda hangi tedavi yönteminin uygulanacağına hastalığa yol açan nedenler ve sorunun şiddeti göz önüne alınarak karar verildiğini söylüyor. Doç. Dr. Sadık Ardıç, Uyku Apnesi Sendromu için günümüzde birçok tedavi seçeneği olduğunu belirterek şu bilgileri veriyor: “Tedavi, tıkanıklığa yol açan nedenin ortadan kaldırılmasıyla sağlanıyor. Örneğin hasta eğer kiloluysa uzman eşliğinde diyet yaparak ideal kiloya ulaşması isteniyor. Ameliyat dışı yöntemler arasında en etkili tedavi ise burundan basınçla hava üfleyen ve hastanın yatarken yüzüne taktığı maske aracılığıyla etkili olan CPAP-BiPAP (devamlı pozitif basınçlı hava) cihazıdır. CPAP daralan hava yollarında basınçlı hava girmesini sağlayarak, kullanıldığı süre boyunca uyku Apne Sendromu’nu tedavi edebiliyor. Üst solunum yollarında tıkanıklığa neden olan daralmalar varsa, bunlar da operasyonla düzeltilebiliyor. Örneğin ileri derecede burun tıkanıklığı yapan burun etleri, radyofrekans yöntemiyle küçültülerek burundaki tıkanıklık ortadan kaldırılabiliyor. Sorun ortadan kalktığı için hastaların Uyku Apne Sendromu’da tedavi edilmiş oluyor.

 

ÖLÜM ACISIYLA NASIL BAŞEDECEKSİNİZ?

Küçük bir eşyamızı yitirdiğimizde bile üzülmekten kendimizi alıkoyamazken, sevdiğimiz birini kaybettiğimizde yaşanılan psikolojik travmanın ne kadar yıkıcı olduğunu bir düşünün.

Yakınımızı kaybetmeyi kabullenmeyen bizler, ilk başta inkâr edip öfkelensek de pazarlık ve çaresizlikten sonra bu acıyı kabul ediyoruz. Kabul etmesine kabul ediyoruz ama yastan da kimi durumlarda kurtulamayabiliyoruz. Kayıp ve yas sürecinin son derece doğal, ancak aşılması zor bir süreç olduğuna dikkat çeken NPİstanbul Nöropsikiyatri Hastanesi uzman psikoloğu Nazende Ceren Öksüz, yakınını yeni kaybetmiş kişinin yaşayabileceği ruh halini değerlendirdi.

Hiç kimsenin sevdiklerini kaybetmek istemeyeceğini ifade eden Öksüz, söylendiği üzere ölümün zamansız bir şey olduğunu belirtti. Bu durumda kişinin hayata hemen kaldığı yerden devam etmesinin mümkün olmayacağına vurgu yapan Öksüz, kişinin bu dönemde yaşadığı öfke, üzüntü, çökkünlük, çaresizlik, suçluluk ve pişmanlık gibi duyguların diğer duygularını bastırdığını söyledi.

Kişinin biyolojik yapısı gibi psikolojik bir yapısının da olduğunu unutulmaması gerektiğini hatırlatan Uzm. Psk. Öksüz, her bozulan dengenin yeni bir dengenin başlangıcı olduğuna dikkat çekti.

Öksüz bu zor süreçte koruyucu faktörlerin önemli olduğunu hatırlattı. Bu süreçte zaman, aile desteği ve sosyal destek, bizi koruyan iç kaynaklarımızdır diyen Öksüz, bir kayıp halinde kişinin 5 temel psikolojiye maruz kaldığını söyledi. Öksüz bu duyguları; inkâr, öfke, pazarlık aşaması, çaresizlik ve kabul şeklinde sıraladı.

İnkâr:

İnkârın derecesi kişiden kişiye göre değişebilir. Örneğin ölen yakınının arkasından “hayır beni bırakamazsın” şeklinde ağlayan kişiyle, evde ölen yakınını arayan ya da kendini gece yarısı mezarlıkta bulan kişinin inkâr etme derecesi aynı değildir. Muhtemelen ikinci örnekteki kişi yas sürecini daha yavaş ve zor atlatacaktır. İnkâr mekanizmasını cenaze törenlerinde de görebiliriz.

Örneğin evlilik öncesi ölen kişinin tabutuna gelinlik sarılması gibi… İlk tepki olarak inkâr mekanizmasını kullanmamız adeta bir helikopterin piste yumuşak iniş yapmaya hazırlanması gibidir. Kişi için ölüm o kadar ağır bir darbedir ki, bu farkındalık yerine tam tersini kullanmak daha tercih edilesidir. Şok ve uyuşma hissi de bu döneme eşlik edebilir.

Öfke:

Kaybedilen kişiye veya bu kişinin tartışma yaşadığı herhangi birine, ölüm sebebine yöneltilebilir.

Pazarlık aşaması:

Örneğin kişi: “eğer bu yoldan kırmızı renk araba geçerse yaşadıklarım bir rüyadır” der. Bunu en yalın haliyle çocuklarda görebiliriz. Çocuk, bundan sonra hep söz dinlerse ölen kişinin geri dönüp dönmeyeceğini sorgulayabilir. Fakat yetişkin bireylerde de var olan ve doğal bir durumdur.

Çaresizlik:

Bu aşamada kişinin başından geçen durumu daha fazla idrak edebildiğini, taşların yerine oturmaya başladığını, fakat beraberinde çökkünlük ve çaresizlik duygularıyla acının devam ettiğini söyleyebiliriz. Yaşananların farkına daha fazla varmakla beraber zihindeki bulanıklık, iştah ve uykuda düzensizlik, zaman zaman ağlamaklı olma, yaşamdan zevk alamama gibi durumlar devam eder.

Kabul ve yaşamı yeniden düzenleme:

Kaybedilen kişiye duyulan özlemin devam etmesiyle birlikte hayatın devam eder. Kişi günlük yaşamına geri dönmüştür. Kabul, önce zihinsel sonra duygusal süreçle meydana gelir. Yani, “her şeye rağmen hayat akıyor” derken gözleriniz dolmaya devam eder.

Siz içinizden bunları söyledikçe duygularınız da durağanlaşmaya başlar. Zaman zaman özlem ve üzüntü hissetseniz de günlük yaşamınıza geri dönersiniz. Hayatın diğer alanlarıyla ilgilenmeye başlarsınız.

Bu sürecin çok kolay olmadığını, kaybın ve sonrasında yaşanan yas sürecinin doğal tepkiler olduğunu ifade eden Öksüz yaşan yas sürecinin süresine dikkat çekerek, uyarılarda bulunuyor.

Yas süreci ne zaman problem haline gelir?

Yas süreci 3 aydan uzun süredir devam ediyor ve aşağıdaki belirtiler 1 aydır sürekli halde varsa yardım almamız gerekmektedir. Aşağıdaki belirtiler yas sürecinin problem haline geldiğine işarettir:

 

– İntihar düşünceleri

– Alkol ve madde kullanımı

– Kendimizi rüyadaymış, boşluktaymış gibi hissetme ya da hissizlik

– Öfke patlamaları

– Nedensiz aşırı neşelilik

– Olayı hiç olmamış gibi davranma

– Uyku ve iştah düzensizliği

– Önceki travmaların tetiklenmesiyle sürekli olarak aynı düşüncelerle meşgul olma, günlük hayata devam edememe.

BOŞANMA KARARINI ÇOCUKLARA NASIL ANLATACAKSINIZ?

Boşanmaya karar veren çiftler, bu kararlarını çocuklarına nasıl açıklamalı? Bu süreçte nasıl hareket etmeli, hangi davranışlarına dikkat etmeliler? İNDA Çözüm Odaklı Danışmanlık ve Eğitim Merkezi’nden Uzman Klinik Psikolog Özden Sevil, anne ve babalara bu konuda tavsiyelerde bulundu.

Çiftlerin boşanmaya karar verdikten sonra bunu çocuğa birlikte anlatmaları gerektiğini söyleyen İNDA Çözüm Odaklı Danışmanlık ve Eğitim Merkezi’nden Uzman Klinik Psikolog Özden Sevil; “Eğer ayrı ayrı konuşarak açıklamaları gerekiyorsa da ortak bir dil kullanmalı ve en önemlisi dürüst olmalılar. Dürüst olmak için boşanmanın bütün detaylarını çocuğa anlatmak gerekmez. Özellikle küçük yaşlardaki çocuklara boşanmayı anlatırken, onların anlamlandırabileceğinden daha detaylı bilgiler vermek kafalarının karışmasına sebep olur. Anne ve baba birlikte “Artık eskisi kadar iyi anlaşamıyoruz” şeklinde bir açıklama yapabilir.” dedi.
“Anne ve babalar boşanma kararlarını açıkladıklarında, çocuk bu durumun onun hayatında nasıl bir değişikliğe yol açacağını bilmek ister.” diyen Sevil; “Belirsizlik, çocuklarda kaygı, korku ve endişe uyandırır. Anne babalar, onun hayatında nelerin aynı kalacağını, nelerde nasıl bir değişiklik olacağını somut örneklerle çocuğa açıklamalıdır.” diye konuştu.

“Çocuk aracılığıyla diğer ebeveyne mesaj iletilmemeli”

Özden Sevil, anne ve babaların çocuklarına yapacakları açıklamayla ilgili olarak şu önerileri ekledi: “Birbirlerini suçlamadan açıklama yapmalı ve çocuğu taraf tutmak durumunda bırakmamalıdırlar. Anne ya da baba karşı tarafı suçladığında ya da “annen/baban beni artık sevmiyor”, “annen/baban ayrılmak istedi” gibi açıklamalar yaptıklarında çocuklar ister istemez bir tarafı tutmak zorunda kalırlar ve her çocuk için bu ağır bir yüktür. Ayrılık sonrası görüşmelerde anne ve baba çocuğu arada laf taşıyan bir konuma düşürmemeli, çocuk aracılığı ile diğer ebeveyne mesaj iletmemelidirler.”

“Velayetle ilgili kararlara çocuklar dahil edilmemeli”

Boşanmanın çocuk açısından en önemli sonuçlarından biri de kuşkusuz velayet konusu. Velayetle ilgili karar sürecinde çocuğa, kimde kalmak istediği gibi bir soru sorulmaması gerektiğini söyleyen İNDA Çözüm Odaklı Danışmanlık ve Eğitim Merkezi’nden Uzman Klinik Psikolog Özden Sevil; “Bu kararın sorumluluğu anne ve baba olarak yetişkinlere aittir. Hiçbir çocuk anne ya da babası arasında bir tercih yapmaya zorlanmamalıdır. Okul öncesi ya da ilkokul dönemindeki çocuklara onların anlamlandırabileceği şekilde açıklama yapılmalıdır. Örneğin; “Okula gittiğin günlerde annenin/babanın yanında kalacaksın. Okulun tatil olduğu günlerde benim yanımda kalacaksın” gibi. Ergenlik dönemindeki çocuklar, velayetin ne demek olduğunu merak edebilir ve sorular sorabilirler. Anne-babalar bunun yasal öncelikle ilgili olduğunu, anne ve babalık olarak bir değişiklik anlamına gelmediğini ve yetişkin olarak, bu konuyla ilgilendiklerini söyleyebilirler.” dedi.

Özden Sevil velayet konusu ile ilgili olarak şu bilgileri verdi: “Velayetin anne ya da babada olması halinde, diğer ebeveynle çocuğun görüşmesi düzenli aralıklarla ilerlemelidir. Eğer belirlenen günde çocuğu görmeye gelemeyecekse anne/baba bunu önceden haber vermelidir. Anne ya da baba şehir dışındaysa ya da uzakta yaşıyorsa internetten görüntülü konuşma, telefon gibi araçlarla iletişim devam ettirilmelidir. Eğer anne ya da babanın yeni bir ilişkisi söz konusuysa, çocuğa anne/babanın birlikte olduğu partneri ile ilgili sorular sorulmamalı, çocuk arada bırakılmamalıdır.”

“Çocuğun her iki evde de rutin bir düzeni olmalı”

Çocuğun sağlıklı gelişimi için hem annesi hem de babası ile olan ilişkisini sürdürmesinin önemli olduğunu söyleyen Sevil; “Çocuğun, ebeveynlerden biri tarafından ihmali, istismarı gibi bir durum yoksa, ikisi ile düzenli görüşmeye devam etmelidir. Çocuğun her iki evde de rutin bir düzeni olmalıdır. Eğer çocuk babası ile sadece hafta sonları görüşüyorsa, iki gün sadece eğlenceli aktivitelere ayrılmamalı, hafta içi uygulanan düzenin devamı şeklinde olmalıdır. Aksi durumlarda, anne çocuğun ödevlerine yardımcı olmak, okulla işbirliği kurmak, fiziksel bakımını sağlamak gibi sorumlulukları üstlenirken, baba sadece hafta sonu eğlencelerini, tatilleri üstlenmiş olabiliyor. Anne-babalar, çocukla ilgili konularda bir araya gelip ortak kararlar alabildiklerinde, çocuk boşanma sonrası sürece daha kolay uyum sağlayabilir.” dedi.

“Çiftler diğer aile üyelerinin çocukla iletişimini yakından gözlemlemeli”

“Çiftler ayrılmaya karar verdikten sonraki süreç anne, baba ve çocuklardan daha fazlasını kapsayabiliyor. Özellikle bizim kültürümüzde çiftlerin kendi aileleri de sürece dahil olabiliyorlar. Çocuklar anne babalarından olmasa da diğer akrabalardan anne ya da babayı suçlayıcı açıklamalar duyabiliyorlar.” diyen Özden Sevil; bu nedenle çiftlerin diğer aile üyelerinin çocukla iletişimini yakından gözlemlemesi ve gerektiğinde müdahale etmesi gerektiğini söyledi. Ya da süreci yönetebilecek, “onlar senin annen ve baban ve hep öyle olacaklar ve seni hep çok sevecekler” dilini koruyabilecek akrabalardan da destek isteyebileceklerini belirtti.

“Çiftler kendileri ve çocukları için destek mekanizmalarını devreye sokabilirler”

 

Boşanma sürecinin çiftler için de zorlayıcı bir süreç olduğunu ve anne ve/veya baba için bu süreci yönetmenin kolay olmayabileceğini söyleyen İNDA Çözüm Odaklı Danışmanlık ve Eğitim Merkezi’nden Uzman Klinik Psikolog Özden Sevil; “Bu durumda kendileri bir uzmandan destek alabilirler. Okulla işbirliği yapmak, çocuğun arkadaşlarıyla vakit geçirmesini sağlamak, çocukla olumlu iletişimi olan aile üyelerini devreye sokmak da önemli koruyucu faktörlerdir.” dedi.

 

HER HAMİLELİKTE ÇATLAK OLUŞUR MU?

Bebek yoldaysa heyecanlı bir dönem başlar. Sadece bedeniniz değil aynı zamanda günlük hayattaki olaylara bakış açınız da değişir. Bununla birlikte hamilelik ve doğum ile ilgili olarak kafanızda birçok soru oluşur. ART Tıp Merkezi ve VKV Amerikan Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum uzmanı Op. Dr. Senai Aksoy çatlak oluşumu hakkında şunları söylüyor.
Bu tamamıyla cildinizin yapısına bağlı. Ama kadınların yüzde 70’inden fazlası gebelikte çatlaklarla karşılaşıyor. Buna şaşmamak gerekiyor çünkü karnın çapı 50 – 60 cm kadar büyüyor ve bu durum cildiniz için ağır bir yük. Liflerin maksimum esnemesi gerekiyor ve cildiniz zayıfsa yırtılabilirler. Her ne kadar çatlakların rengi hamileliğin ardından soluklaşsa da izleri hep kalır. Gebeliğin 18. haftasından itibaren karnınıza buğday özlü yağlarla masaj yapmak size yardımcı olabilir.

İNGİLİZ BİLİM ADAMLARI ÖLÜM TARİHİNİZİ SÖYLEYEBİLİYOR

İngiliz bilim insanları, insanın ne zaman öleceğini ortaya çıkaran bir test geliştirdi.

Test, insan ömrünü doğrudan etkilediği saptanan hücredeki telomerleri hesaplıyor. Böylece, kişinin biyolojik yaşı ve ölüm tarihi ortaya çıkıyor.

Testin, Seyşeller’de yaşayan bir grup kuşta denendiği ve sonucun olumlu olduğunu açıklaması, East Anglia Üniversitesi’nde görevli profesör Davir Richardson’dan geldi.

YATMADAN ÖNCE SÜT İÇİRMEYİN, ONU KAT KAT GİYDİRMEYİN!

Yatağa girmeden önce süt içirmek… Yüksek ateşte hemen antibiyotiğe başvurmak… Odanın ısısını 24-25 derecelerde tutmak… Hiç kuşkusuz her anne baba üzerine titredikleri çocuklarının hastalanmamaları için ellerinden gelen her türlü önlemi almaya çalışıyor. Ancak ‘doğru’ sanılan ‘yanlış’ bilgiler nedeniyle çocukların bakımında yapılan bu tür hatalar onların gelişimlerini olumsuz yönde etkilediği gibi, sağlıklarını da riske atıyor. Örneğin yükselen ateşte hemen antibiyotiğe başlamak bağışıklık sisteminde çok önemli rol oynayan probiyotik bakterilerin de yok olmasına zemin hazırlıyor. İştahı olmayan bir çocuğa televizyon karşısında yemek yedirmek ise sadece kliplere ve reklamlara bakma alışkanlığı geliştirerek onun asosyal olmasını teşvik edebiliyor, hatta dil gelişimini bile bozabiliyor. Acıbadem Ataşehir Cerrahi Tıp Merkezi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Asuman Akça, anne ve babaların çocukların bakımında en sık yaptıkları 8 hatayı ve bunların yol açtığı sorunları anlattı!

HATA 1: Bebeğin sık ağlaması veya aranması sonucu anne sütünün yetmediğini düşünerek mamaya başlamak.
DOĞRUSU: En değerli ve yararlı tek besin olan anne sütü 0-6 ay boyunca tek başına verildiğinde genellikle bebeğin büyüme ve gelişimini sağlayacak kadar yeterli salgılanıyor. Öyle ki anne sütü tek başına bebeğe ayda ortalama 600-900 gram arasında kilo kazandırabiliyor. Bebekler doğumdan sonraki ilk günlerde mide hacimleri fazla olmadığı ve anne sütü hızlı sindirildiği için çok çabuk doyuyor ve sık acıkıyorlar. Ancak ilerleyen günlerde daha uzun süre ve daha güçlü emerek, beslenme saatlerinin arasını açabiliyorlar. Eğer bebek ayda en az 600 gram veya haftada 150 gram alabiliyorsa bu anne sütü ile doyduğu anlamına geliyor. Bebek düzenli tartılmadan, her ağlaması açlık sanılarak mamaya geçilirse, anne sütü giderek azalıyor. Çünkü bebek daha kolay alınan ve daha tatlı olan bu besine kolaylıkla alışabiliyor ve daha az emdiği için anne göğsünde süt yapımı azalıyor.
HATA 2: Ateş yüksek ve düşmüyorsa hemen antibiyotiğe başlamak
DOĞRUSU: Oysa çocukluk çağı ateşlerinin çok büyük bir kısmı viral enfeksiyonlar nedeniyle oluşuyor ve bunlar da en az 3 gün, hatta bazen 5-7 gün ateşle seyredebiliyor. Virüs enfeksiyonlarında antibiyotiklerin yeri yok. Dolayısıyla gereksiz yere antibiyotik vermek sadece antibiyotik direncine neden olmakla kalmayıp, çocuğun bağışık sisteminde çok önemli rol oynayan probiyotik bakterilerin de yok olmasına zemin hazırlıyor.

HATA 3: İştahsız bebek ve çocuklara televizyon karşısında yemek yedirmek
DOĞRUSU: Çocuk yemeği sofrada ve aile bireyleriyle beraber yemeli. Mutlaka yemek yesin diye televizyon karşında ağzına konan lokmalar belki farkına varmadan çocuk tarafından birer ikişer yutuluyor. Ancak çocuk ne yediğinin bilincinde olmayacağı için bundan bir tat ve lezzet almıyor. Bu da iştahını açmak şöyle dursun, sadece kliplere ve reklamlara bakma alışkanlığı geliştirerek asosyal bir çocuk olmasını da teşvik edebiliyor, hatta dil gelişimini bile bozabiliyor.

HATA 4: Üşütmesin diye çocuğu çok sıkı giydirmek veya ev ısısını 24-25 derecelerde tutmak
DOĞRUSU: Kış aylarında bazı aileler çocuklarını üşütmekten çok korkuyor, bu nedenle onu hem terlettirecek kadar sıkı giydirip hem de oda ısısını arttırıyor. Bu da fazla terlemeye, sıvı kaybına, isilik ve pişiklere, cilt enfeksiyonları ile huzursuzluğa yol açabiliyor. Bu nedenle çocuğunuzu fazla giydirmemeye ve oda ısısının 21-22 dereceyi geçmemesine özen gösterin. Sadece banyo sırasında mekan ısısını 24-25 derece arasında tutabilirsiniz.

HATA 5: Yatağa yatmadan hemen önce özellikle süt, bazen de meyve, meyve suyu, kek, kurabiye vermek ve yatırmak.
DOĞRUSU: Yatağa yatmadan 1,5 -2 saat önce su hariç, yeme içme eylemini bitirin ve çocuğunuzu midesi boşken yatırın. Özellikle 2 yaşından sonra bu alışkanlığı kazandırın. Bu sayede çocuğunuz hem sabah daha aç kalkar ve kahvaltı öğününü çok daha güçlü yapabilir, hem de reflü riskini önlenmiş olursunuz. Unutmayın ki geçmek bilmeyen üst ve alt solunum yolu enfeksiyonlarının temelinde (geçmek bilmeyen kulak ve boğaz enfeksiyonları, öksürük, ses kısıklığı, hırıltı, ağız kokusu vb.) gastro özofajial reflü (mide içeriğinin yemek borusuna ve daha da yukarılara kaçması ) hastalığı yatabiliyor.

HATA 6: Bebeklere 5. aydan önce ek gıdaları başlamak
DOĞRUSU: Çocuğunuz sadece anne sütü alıyor ve iyi gelişiyorsa 6.ay bitene dek başka hiçbir ek besin vermeyin. Fakat 6 ay biter bitmez de ek besine başlayın. Aksi halde hem anne sütü yetmeyebilir, hem de bebeğinizin gıdalara alışması zorlaşabilir. İster mama, isterse anne sütü ile beslenen bebek olsun, ek besinlerin 5. özellikle de 4. aydan önce başlanması, alerji, enfeksiyon ve sindirim problemi gibi pek çok soruna yol açabiliyor. Ayrıca bu besinlerle karnı doyurulan çocuk, anne sütünü daha az emeceği için anne sütü de erken azalıp, erken kesilebiliyor.
HATA 7: Vücut ısısı 38 dereceyi bulmadan, hafif ateşlenmelerde hemen ateş düşürücü ilaç vermek.
DOĞRUSU: Aslında ateş hastalığın kendisi değil sonucu olarak ortaya çıkıyor. Organizmayı korumaya yönelik bir fizyolojik olay olarak tanımlanıyor. Ancak pek çok aile çocuğa zarar vereceğinden çok korktukları için hafif, hatta elle bakıldığında ateşi olmadığı halde bile ateş düşürücü veriyor. Bu durum vücudun savunmasını bozabileceği için özellikle 6 yaş üstü çocuklarda ateş 38, hatta 38,5 dereceye varmadan ateşi düşüren ilaçlar verilmemeli. Küçük bebeklerde de ateş düşürücü için 38 derece beklenebilir. Aşılamalardan önce ya da aşıdan hemen sonra ateş düşürücü vermenin de vücudun aşıya bağışıklık geliştirme yanıtını bozduğuna dair çalışmalar var. Bu hatalar hem gereksiz ilaç kullanımı ve ilaç toksisitesini arttırıyor, hem de gelişebilecek bir hastalığın tanısını güçleştirebiliyor. Ayrıca bağışık sistemin çalışmasını da bozabiliyor.

HATA 8: Bebekleri güneşlendirirken güneş kremi sürmek
DOĞRUSU: Bebeğinizi güneşlendirirken güneş kremi sürmeyin. Tüm yaz ayları boyunca güneşli ve güzel günlerde sabah saat 09.00-10.00 ve akşamüstü 16.00-17.00 saatlerinde ve sadece 10’ar dakikadan günde toplam 20 dakika düzenli bir şekilde kremsiz güneşlendirin. Böylece bebeğinizin vücudunda bütün bir kış yetecek kadar, D vitamini oluşur. Ancak güneş kremlerinde koruyucu etki olduğu için kremlenen ciltte UV ışınları, D vitamini sentezi yapamıyor. Bu saatler dışında bebeklerin zaten mümkünse dışarı çıkarılmamaları ve ciltlerinin gölgede bile olsa güneşten her şekilde korunmaları gerekiyor.