5053873217 [email protected]

GÖRÜNMEYEN DİŞ TELLERİ ÖZGÜRLEŞTİRİYOR

Birçok kişi, dişindeki çarpıklık ya da aralık nedeniyle kendini kötü hisseder ve sırf bu yüzden gülümserken dişlerini kapatır. Bu durumdan muzdarip olanlar da diş teli takmak istemediği için bir türlü tedaviye başlamaz. Günümüzde uygulanan alternatif tedavilerle çocukluktan yetişkinliğe her yaştan hastanın tedavi edilebileceğini söyleyen Liv HOSPITAL Ağız ve Diş Sağlığı Bölümü’nden Dt. Fırat Dağcıoğlu yetişkinlerde uygulanan ‘Invasilign ve Lingual’ tedavi yöntemleriyle diş teli takmadan güzel dişlere sahip olunabileceğini söylüyor.

Yetişkin ortodontik tedavisinin çocuk ortodontik tedavisinden farkı ne?

Erişkin dönemde çene kemiğine iskeletsel yön vermek neredeyse imkânsızdır. Dişlerinin ve destek kemiğin bir kısmını kaybetmiş olabilirler. Ortodontik tedavi daha kapsamlı bir tedavi planının sadece bir parçası olabilir. Aile diş hekimi, ağız cerrahı, ortodontist, periodontist, endodontistin de bulunduğu bir ekip tarafından tedavi kombine bir şekilde yürütülür. Yetişkin tedavisini çocuklarınkinden ayıran başlıca faktör çene gelişiminin tamamlanmış olması. Çene boyutu uyumsuzlukları yetişkinlerde cerrahi müdahalelerle düzeltilebilir. Örneğin alt çenenin çok kısa olduğu bir vakada alt çene üst çeneyi yakalamaya çalışırken çok ciddi kapanış problemleri meydana gelir. Sadece dişleri ortodontik olarak hareket ettirmek bu problemi çözmez. Alt çenenin üst çeneyi yakalaması için boyunun cerrahi olarak uzatılması gerekir.

Çene eklem ve kaslarda ağrı hissedildiğinde ortodontik tedavinin faydası olur mu?
Çene eklemi sorunlarına yol açan etkenlerden en önemlisi diş sıkma ve gıcırdatma alışkanlığıdır. Genelde gece yapılan bir alışkanlıktır. Dişlerin aşınmasına sebep olur ve çene ekleminde travma etkisi yaratır. Kronik ya da akut ağrılar meydana gelebilir. Bir ortodontist problemin tanısını koyabilir. Daha ileri boyutlardaki rahatsızlıklarda eklem cerrahisi gerekebilir.

Invasilign yöntemi nasıl uygulanıyor?

Diş tellerinden kaynaklı estetik kaygıların yetişkinleri bu tedaviden uzak tuttuğu bilinen bir gerçek. Bu sorunun tel ve braket kullanmadan ‘Invasilign’ yöntemi ile ortadan kaldırılabilmesi mümkün.

Diş hastalıkları tedavisinde uygulanan yeni teknoloji ‘Invasilign’ yöntemi ile tel ve braket kullanılmadan ağızda belirgin olarak gözükmeyen, ergonomik şeffaf plakalar ile düzgün ve sağlıklı diş tedavisi yapılıyor. Genellikle genetik sebeplerden kaynaklanan ve erken yaşlarda düzeltilebilen çarpık dişler, ilerleyen yaşlarda da düzeltilebiliyor, ancak tedavi daha uzun soluklu. Invisalign yöntemi, çapraşık dişleri düzeltme amacı ile dişlere takılan, çıkarılabilir, ağızda belirgin olarak görünmeyen bir seri şeffaf düzeltici plakla, braket ve teller kullanılmadan dişlerin düzeltilebilmesini sağlayan bir sistemdir. Şeffaf düzelticilerin, üç boyutlu özel bilgisayarlı sistemler yardımıyla hastanın diş yapısına birebir uygun olarak modellendiği, her bir düzeltici plağın yaklaşık 2 hafta boyunca kullanılır ve 2 hafta sonra yeni bir düzeltici takılır. Bu yeni düzeltici ile eskisi arasında, dişleri daha düzgün hale getiren küçük farklılıklar bulunur. Bu süreç adım adım ilerler. Belirli aralıklarla tedavi süresi, dişlerdeki çapraşıklık oranına göre 9-15 ay arasında değişiyor. Bu dönemde yaklaşık 18-30 adet şeffaf düzeltici plak kullanılıyor. Tellerle ve braketlerle yapılan klasik ortodontik tedavi ise 18-24 ay devam ediyor.

Lingual yönteminin farkı nedir?

Bir diğer tedavi yöntemi ise görünmeyen diş teli veya gizli diş teli olarak adlandırılan ‘Lingual’ ortodonti tedavisi dişlerdeki, çapraşıklıkları düzeltmek için kullanılan braket ve tellerin dişlerin ön yüzeyleri yerine arka taraflarına uygulandığı ortodontik tedavi çeşididir. Diş hekimliği eğitiminden sonra uzman olan ortodontistler Lingual ortodonti eğitimi için değişik üniversitelerin lingual ortodonti programlarına devam eder ve bu teknikle ilgili yaklaşık 2 yıl süren ek bir eğitim alır. Benzer şekilde Dünya Lingual Ortodonti (WSLO) ve Avrupa Lingual Ortodonti Dernekleri (ESLO) lingual teknik ile ilgili bir klinik yeterlilik sınavı uygulanır. Ancak bu sınavdan başarılı olan ortodontistler bu tedaviyi uygulayabilir. Bu teknik üzerinde uzmanlaşmış yeterli bilgi ve klinik tecrübeye sahip ortodontistler tarafından yapılacak lingual ortodontik tedavi ile labial teknikte (dışarıdan teller) olduğu gibi her çeşit vakayı tedavi etmek mümkündür.

 

DÜŞÜK BURUN UCU ERKEKSİ, KALKIK BURUN DİŞİ GÖSTERİYOR

Kadın ve erkeklerde şekli ve yapısı faklı olan burun, ifadeye sadece karakter değil cinsiyet de katıyor. Esteworld Plastik Cerrahi Hastanesi Uzmanlarından Estetik, Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Hakan Gence, kalkık burnun dişilik göstergesi iken düşük burun ucunun erkeksi bir algı oluşturduğunu söyleyerek, burun estetiğinde bu unsurların göz önünde bulundurulması gerektiğini vurguladı.

Vücudunuz dişiliğinizi gösterirken burnunuz size erkeksi bir ifade katabilir. Ya da gereğinden fazla kalkık burun, bir erkeğin yüzünde kadınsı bir görüntü oluşturabilir. Zira kalkık burun dişi, düşük burun ucu ise erkeksi gösterir.

Burun estetiğinin kişiye uygun olması gerektiğini söyleyen Estetik, Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Hakan Gence, yüz büyüklüğü ve cinsiyete göre burna şekil verilmesi gerektiğinin altını çizdi.

Op. Dr. Hakan Gence, burun estetiğinin inceliklerini şöyle açıkladı: “Burun estetiğinde standart yapılan küçültme ve kaldırma dönemi sona erdi. Eskiden kim olursa olsun burnunu yaptırmak isteyenlere hep aynı burun yapılırdı. Dışarıdan bakıldığı zaman da o burnun estetik operasyonla yapıldığı anlaşılırdı. Kişinin yüzünün uzunluğu, çenesinin çıkıklığı gibi yüz orantılarına dikkat edilmezdi. Oysa, ideal bir burun, kişinin yüzü ile orantılı ve cinsiyetine uygun olmalı. Cinsiyet çok önemli çünkü, düşük burun ucu kadınlara erkeksi, kalkık burun ucu ise erkeklere kadınsı bir yüz ifadesi verir. Yandan bakıldığı zaman burunla üst dudak arasındaki açı ideal olarak bayanlarda 95 ila 100 derece, erkeklerde ise 90 ila 95 derece arasında olmalıdır.”

BURNUNUZ, YÜZÜNÜZDEKİ ALTIN ORANA UYGUN MU?
Dr. Hakan Gence; “Yüz içerisinde burun, bütünün bir parçasıdır. Kişinin yüz yapısını incelemeden sadece buruna konsantre olursanız hata yaparsınız. İdeal bir burunun, dudakla-alınla yaptığı açılar, yüzün dik ve yatay yüzeylerine göre oranı ile değerlendirilir. Burun, her iki kulağı da içerecek şekilde yüzün 1/5’i genişliğinde olmalıdır. Yani yüzü enine 5 eşit parçaya böler. Burun yüksekliğinin, saçlı deri sınırı ve çenenin en alt ucu arasındaki mesafenin de 1/3 oranında olması gerekir. Yani yüzü dikine 3 eşit parçaya bölmelidir. Yandan bakıldığında üst dudak ideal olarak alt dudağın 2 mm. önündedir. Kadınlarda çene, alt dudak hizasının çok hafif arkasında iken, erkeklerde ise çene daha kuvvetli ve öndedir. Burnun kemik kısmının genişliği, burun deliklerinin olduğu taban kısmının genişliğinin yüzde 80’inden daha fazla olmamalıdır. Burun tabanından aşağıdan bakıldığı zaman eşkenar üçgen şeklinde bir görünüm olmalıdır.” dedi.

Başarılı bir burun estetiği nasıl olmalıdır?

Doğal görünümlü,
Kişinin yüz yapısına ve cinsiyetine uygun,
Burun estetiği yaptırdığınızı sizi tanımayan kişilerin anlayamadığı,
İdeal burun ölçülerine sahip,
Solunum problemi yaratmayan bir sonuç ortaya çıkmalıdır.

BEYAZ EKMEK SOFRALARDAN KALKMALI MI?

Beyaz undan yapılan ekmeğin besleyici değerinin tam tahıllı ekmeklere göre daha az olduğu uzun yıllardan beri bilinen bir gerçek. Tam tahıllı ekmekleri sofraların baş tacı etmenin zamanı geldi de geçiyor. Diyetisyen Gizem Şeber beyaz ekmeği sofradan kaldırmak için temel nedenlerini açıklıyor…

– Tam tahıllı ekmeklerin B vitamini içeriği daha yüksektir. Beyaz ekmeğe göre tiamin, niasin ve folik asit açısından daha zengindir. B grubu vitaminleri, vücudumuzda enerji üretiminde, sinir sisteminin düzgün çalışmasında önemli rolleri olan vitaminlerdir.
– Tam tahıllı ekmeklerin lif içerikleri daha yüksektir. Bu sebeple, başta kabızlık olmak üzere sindirim sistemi ile ilgili bazı sorunların ortaya çıkma riskini azaltır. Barsak sağlığının korunmasında ve uzun dönemde sindirim sistemi kanserlerine yakalanma riskini azaltmada önemlidir.
– Tam tahıllı ekmeklerin lif içeriğinin yüksek olması, aynı zamanda beyaz ekmeğe göre daha uzun süre tok kalmamızı sağlar. Çünkü tam tahıllı ekmekler, beyaz ekmeğe göre kan şekerini daha yavaş yükseltir ve daha yavaş düşürür.
– Tam tahıllı ekmeklerin içerdiği lifler, kan kolesterol seviyelerinin düşürülmesine yardımcı olur. Uzun dönemde beyaz ekmeğe göre kalp sağlığının korunmasında avantaj sağlar.

BURUN TIKANIKLIĞI NE ZAMAN AMELİYAT GEREKTİRİR?

Yaşam kalitesini etkileyen burun tıkanıklığı bazı durumlarda ameliyat edilmezse ciddi sorunlara yol açabilir.

Burun yüzün ortasında yer alan ve solunum sisteminin ilk başlangıç organıdır. Burnun temel görevleri soluduğumuz havayı nemlendirmek, ısıtmak ve süzmektir. Burun içindeki büyük boşluğu iki eşit parçaya ayıran bir burun orta bölmesi vardır (septum). Bu bölme burun dış kısmına yakın kısımda kıkırdak ve daha içeride de kemikten oluşur. Burun boşluklarının yan duvarında ise burun etleri (konka) vardır. Konkalar burna giren havanın ısıtılması, nemlendirilmesi ve süzülmesine katkıda bulunurlar.

Burun tıkanıklığı ne zaman gelişir?

Burun tıkanıklığı genel olarak,

a) Burun orta bölmesi eğriliği (septum deviasyonu),

b) Burun yan duvar etlerinde büyüme (konka hipertrofisi, konka bulloza, polip)

c) Burun mukozası şişmesi (nezle, rinit, alerjik rinit)

d- Akut ve kronik sinüzitlere bağlı gelişir

Tanı nasıl konur?

Burun tıkanıklığı yapan nedenlerin tespitinde kulak burun boğaz hekimi tarafında yapılan endoskopik muayene çok önemlidir. Hekim gerek görürse ek patolojilerin tespiti için radyolojik inceleme (bilgisayarlı tomografi) yapabilir. Cerrahi girişim ile burun orta bölmesi eğriliği ve burun yan duvar etlerinde büyümelere müdahale edilebilir ve iyileşme sağlanabilir. Ancak mukoza şişmesi ile ilgili sorunlar (nezle, rinit, alerjik rinit) cerrahi ile giderilemez. Burun tıkanıklığı kişi için sorun haline gelmişse, yani kişi günün büyük bir bölümünü burundan değil de ağızdan nefes alarak geçiriyorsa gece horlamaları oluyorsa operasyon yasam kalitesini düzeltmek için düşünülmelidir.

Burun bölmesi eğriliği ameliyatı neden gereklidir?

Burun bölmesinin eğriliği, hem çevresindeki yüz kemiklerinin farklı gelişimlerine bağlı çekilmeler sebebiyle, hem de doğum sırasında ve erken çocukluk döneminde oluşabilen darbeler sonucu oluşur. Eğer eğrilik (septum deviasyonu, aşağıdaki sorunlara neden oluyorsa ameliyatla düzeltilmesi hasta için yararlıdır:

• Burun solunumunun engellenmesi, horultulu solunum,

• Bas/yüz ağrısı,

• Tekrarlayan sinüs iltihapları,

• Gırtlak ve bronş iltihapları,

• Orta kulağı havalandıran östaki borusu nezlesi ve orta kulak iltihaplarına eğilim,

• Burnun arka bölümü veya sinüslerin ameliyatları,

• Belli tip burun kanamaları,

Ameliyat nasıl yapılır?
Ameliyat burun içinden yapılır. Burun bölmesi üzerindeki örtü (mukoza) kesilir ve burun bölmesinin eğri olan kısmının üzerinden ayrılır. Kıkırdak ve kemikteki eğri ve fazla olan kısımlar çıkartılarak veya yeniden şekillendirilerek burun bölmesi düzeltilir. Yani amaç eğri olan burun ortasındaki duvarı düz bir duvar haline getirmektir. Daha sonra ayrılan mukozanın bu duvara yeniden yapışması için dikiş atılır ve gerekirse nasal silikon kalıp yerleştirilir.

Burun yan duvar etlerine müdahale yapılır mı?

Eğer burun içindeki etler de (konkalar) çok büyük ve solunumu zorlaştırıyorsa, aynı zamanda burun etlerine de müdahale edilebilir. Tedavi seçeneklerinde radyofrekans kullanılarak konka küçültme ve endoskopik konka redüksiyonu yöntemleri mevcuttur.

Hangi anestezi yöntemi uygulanır?

Çok özel durumlar dışında tamamen genel anestezi ile bu ameliyatları yapmaktadır. Bunun temel nedeni ise hem hastanın, hem de hekimin ameliyat sırasında daha rahat olması ve daha etkin bir cerrahi işlem yapılabilmesidir

Ameliyat sonrası dönem zor geçer mi ?

Ameliyattan sonra burun içine yerleştirilen silikon kalıp 48 – 72 saat sonra alınır ve hekim tarafında burun içi temizliği yapılır. Burun tıkanıklığı ve buna bağlı yakınmalar ortadan kalkar. Burun iyileşme süreci 1 – 2 hafta daha devam eder .Bu dönemlerde ağrı giderici ilaçlar kullanılmak ile birlikte bir çok hasta ağrıdan çok fazla yakınmaz.

Ameliyat sonrası burunda sekil değişikliği ortaya çıkar mı? Yüzde şişlik ve morluk olur mu ?

Ameliyat sonrası burunda şekil değişikliği oluşmaz. Yüzde şişme ve morluklar oluşmaz . Burun orta bölmesi eğrilikleri düzeltilirken burun estetik cerrahisi de ameliyata eklenerek burun dişi değiştirilebilir. Aynı anda estetik cerrahisi müdahalesi yaptığımız hastalarda şişlik morluk olabilir.

Hangi yaslarda yapılabilir?

Genel olarak yüzdeki kemik ve kıkırdak gelişiminin durduğu 18 yaşından sonra ameliyat yapmak daha uygundur. Buna karşın 50’li ve 60’li yaslardaki hastalarda da yapılabilir.

BROKOLİ ŞEYTAN MI MELEK Mİ?

 

Nobel Ödülü alan ABD’li bilim insanı James Watson’un ‘brokoli, yaban mersini gibi gıdaların ve vitamin haplarının yararından çok zararları olabileceği’ konusunda uyarıda bulunmasına karşı, bu konuda çalışma yapan uzman doktorlar basın bildirisi yayınlayarak, bu açıklamanın doğru olmadığını savundu.

Son yıllarda en önemli sağlıklı gıda gelişmelerinden biri olan brokoli filizinin, yoğun vitamin ve minerallerin yanı sıra çok güçlü anti-kanserojen madde olan “sulphoraphane” içermesiyle en güçlü kanser savaşçısı bitkilerden biri olduğu belirtildi. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Tülay Aktaş Onkoloji Hastanesi İç Hastalıkları ve Tıbbi Onkoloji Uzmanı Doç. Dr. Canfeza Sezgin, “sulphoraphane”ın sadece kanser hücrelerini değil, kanser kök hücrelerini de yok ettiğini açıkladı. Yeditepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakognozi ve Fitoterapi Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Erdem Yeşilada ise, “ Brokoli etkisini vücutta faz II detoksifikasyon enzimlerini (glutatyon-S-transferaz) uyararak gösterirler. Brokoli, vücutta meydana gelen zararlı maddelerin (metabolitler) etkisiz hale dönüştürülerek böbreklerden atılmasını sağlayan vücudun savunmacı, temizlikçi elemanlarını desteklerler. Tamamen bir destek kuvveti. Bu etkileri bilimsel olarak ortaya konulmuş, gerek klinik çalışmalar ve gerekse saha çalışmaları ile doğrulanmıştır” dedi.

“BROKOLİNİN LİFLERİ, BESLENME AÇISINDAN DEĞERİ OLAN BİRÇOK FAYDA SAĞLAR”

Uzun yıllardır brokoli üzerinde çalışmalar yapan John Jacob Abel Ödüllü Johns Hopkins Üniversitesi Tıp Fakültesi Farmakoloji ve Moleküler Bilimler Bölümü’nden Prof. Dr. Paul Talalay, “Brokolinin lifleri, A vitamini, C vitamini, folik asit ve kalsiyum gibi beslenme açısından değeri olan birçok fayda sağlar. Bunun yanı sıra brokoli glukosinolatlar denilen fitokimyasalları (bitkilerde doğal olarak var olan bir kimyasal bileşik) içermektedir. Aynı zamanda SGS olarak bilinen bir glukosinolat –glukorafanin- vücudu kansere ve diğer hastalıklara karşı koruyan bir grup enzimin faaliyetini arttıran sulforafanı üretmektedir. Bu bileşiklerin bitkiler tarafından esasen yırtıcı hayvanlara karşı savunma olarak üretildiğine inanılmaktadır.(Fahey 1997). Isı açısından istikrarlı ve suda eriyebilen glukosinolatlar, glukorafanini sulforafana dönüştüren fakat fiziksel olarak glukosinolatlardan ayrı olduğu için normalde aktif olmayan mirosinazı enzimiyle birlikte bitki hücrelerinde mevcuttur. Çiğneme veya yemeğin hazırlanması sonrasında, enzim serbest kalmakta ve sulforafan oluşumu başlamaktadır. Ancak her ne kadar mirosinaz ısıtma sonucunda (örneğin pişirme) etkinliğini yitirse de, insanın mide-bağırsak kanalının mikroflorası bu dönüşümü gerçekleştirmektedir (Shapiro 1998; 2001). Bu enzim dönüşümü kritik önem taşımaktadır çünkü sulforafan bu bileşiklerin biyolojik olarak aktif olan formudur. Glukorafaninin hayvanlarda ve insanlarda sulforafanın temin edilmesinde etkili bir ön taşıt olduğuna dair oldukça fazla sayıda kanıt vardır” diye konuştu.

Çalışmalarından bahseden Talalay, “1992 yılında, bizim laboratuar ekibimiz brokoli ve lahana gibi kireçli sebzelerde mevcut olan sulforafan glukosinatın (SGS) öncüsü olduğu sulforafanı izole ettiğini belirledi. Kanıtlar sulforafanın dolaylı bir antioksidan olarak fonksiyon gösterdiğini ve uzun dönemlerde tek seferde birçok serbest radikali nötralize etmeyi başardığını göstermektedir. Vücutta hücreleri oksidanların, toksinlerin ve her gün hücrelerimize saldıran diğer tehditlerin verebileceği hasara karşı korumaktan sorumlu bir enzimler ailesi –Faz 2 enzimleri- bulunduğu keşfettik. Bu Faz 2 enzimleri sistemi vücudun kendisini korumasına yardım etmek için milyonlarca yıllık bir süreçte doğa tarafından geliştirilmiştir. Ancak bu enzim sistemleri her zaman maksimum verimle çalışamamaktadır. Biz bu enzimleri harekete geçirebilen ve böylece hücreyi bu tür hasarlara karşı koruyabilen belirli bileşikler belirledik.

Bu bileşiklerden biri antioksidanlar olarak bilinmektedir. Antioksidanlar; serbest radikallerin sebep olduğu hasardan hücrelerimizi koruyan fitokimyasalar, vitaminler ve diğer besin maddeleridir. Oksidasyona bağlı hücre hasarının kanserin ortaya çıkmasında, yaşlanmada ve birçok kronik hastalıkta rol oynadığı düşünülmektedir. Antioksidanlar; oksidasyonu engelleyemeye yardımcı olabilir, bağışıklık sisteminin tepkilerini arttırabilir ve muhtemelen enfeksiyon ve kanser riskini azaltabilir” dedi.

“BROKOLİNİN KANSERDEN KORUNMAYA YARDIMCI OLDUĞUNA DAİR 700’E YAKIN BİLİMSEL ÇALIŞMA YAYINLANMIŞTIR”

“Brokolide bulunan ve uzun etkili birantioksidan olan SGS, 72 saat boyunca (üç gün) etkisi kanıtlanmış koruma sağlamaktadır ve bu süre C ve E vitaminleri ve beta karoten gibi etkisi sadece birkaç saat süren direkt antioksidanların etki süresinden uzundur” diye devam eden Prof. Dr. Paul Talalay, “Bunun yanı sıra bizim laboratuarlarımızda ve dünyadaki diğer laboratuarlarda yapılan çalışmalar Faz 2 detoksifikasyon enzimlerinin aynı zamanda anti-bakteriyel, anti-enflamatuar, anti-UV-Işığı-Hasarı etkilerine ve potansiyel faydaları oldukça arttıran diğer eylem biçimlerine sahip olduğunu göstermeye odaklanmıştır. Çalışmalarımıza brokolinin hastalık önleyici bileşenleri ve en etkilisi sulforafan olan fitokimyasalları içerdiği keşfettiğimiz 1990’lı yıllarda başladık. Doğal bir bileşik olan sulforafan, koruyucu enzimleri harekete geçirerek vücudun doğal kanserle mücadele etme yeteneğini aktive etmektedir ve Bilimler Akademisi Toplantıları adlı yayında basılan bu keşif tüm dünyanın ilgilisi çekti ve taze sebze tüketiminin arttırılması ile kanser riskinin azalması arasındaki bağlantıya dair anlayışımızda bir devrim yarattı. Bundan sonra yapılan çalışmalar sulforafanın göğüs ve kolon kanserinin ve aynı zamanda farelerde diğer tümörlerin gelişimini önlediğini ve kanserin önlenmesinden ve kansere karşı korunmada önemli bir rol oynadığını ortaya çıkardı.

Bitkiler üzerine uzman bir kişi arayışımız sonrasında, Dr. Jed Fahey 1993’te ekibe katıldı ve brokoliyi bu derece önemli kılan sırların ne olduğunu araştırmaya başladı. Kısa bir süre içinde Dr. Fahey bitki ne kadar küçük olursa, kemo-koruyucu veya kanserle mücadele etkisinin de o kadar fazla olduğu buldu. Tohum sulforafanın öncü molekülünün (sulforafan glukosinolat veya SGS) en konsantre durumda yer aldığı kısmıdır ve bu madde bitki büyüdükçe sulanmaktadır.

Genetik de bu işte bir rol oynamaktadır; bu yüzden çok yüksek seviyelerde sulforafan glukosinat içeren bitki türleri yetiştirdik. Zaman içinde, brokolide bulunan bu önemli koruyucu bileşiğin genç üç günlük brokoli filizlerinde daha olgun brokoli bitkilerine nazaran 20 misli fazla olduğunu ve bunların tohumdan çıkarılabileceğini bulduk. John Hopkins Üniversitesi’nde ve tüm dünyada yer alan laboratuarlarımızda yapılan 10 yıllık araştırmalar sonrasında, elde edilen sonuçlar sulforafanın potansiyel kanser önleyici etkileri olduğunu gösterdi. Araştırma ekibimiz şu anda sulforofan ve sağlığı koruyan ve kanseri önleyebilen diğer fitokimyasallar üzerinde çalışmaya devam ediyor. Johns Hopkins Üniversitesi bilim adamlarının gerçekleştirdiği çalışmaların sonunda brokolinin içinde keşfettikleri sulforaphane glucosinolate maddesinin kanserden korunmaya yardımcı olduğuna dair 700’e yakın bilimsel çalışma yayınlanmıştır” ifadelerini kullandı.

“BROKOLİNİN YARARI BİLİM DÜNYASINDA TARTIŞMASIZ KABUL GÖRMEKTEDİR”

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Tülay Aktaş Onkoloji Hastanesi İç Hastalıkları ve Tıbbi Onkoloji Uzmanı Doç. Dr. Canfeza Sezgin ise, “Brokoli filizinde bulunan sülforafan isimli doğal bileşik, kanser hücrelerinin yanı sıra kanser kök hücrelerini öldürmektedir. Ayrıca hava kirliliği, sigara içilmesi, hepatit hastalığı, kolesterol yüksekliği gibi durumlarda insanlarda ciddi yararı olduğu bilimsel çalışmalarda gösterilmiştir. Bu nedenle üzerinde en çok durulan antikanser doğal ürünler arasında gelmektedir. Bilimsel alanda yapılan yüzlerce araştırmada kaliteli standardize brokoli filizinin gerek laboratuar, gerek hayvan, gerekse insan çalışmalarında ciddi bir yan etkisi olmadığı gösterilmiştir. Kanser riskini arttırdığına dair hiçbir bilimsel çalışma bulunmamaktadır.

Brokoli ve benzeri grupta bulunan sebzelerin sağlık için yararı bilim dünyasında tartışmasız kabul görmektedir. Daha yeni yapılan ve Annals of Oncology dergisinde Aralık ayında yayımlanan yüz binlerce sağlıklı insanın değerlendirildiği meta-analizde başını brokolinin çektiği sebzelerin bol miktarda tüketilmesinin kalınbağırsak kanserini riskini belirgin şekilde azalttığı gösterilmiştir. Özellikle; alkol tüketimi, sigara tüketimi, ciddi hava kirliliği, damar sertliği, şeker hastalığı, sinir sistemi hastalıkları ve kanser gibi hastalıklarda serbest oksijen radikali olarak isimlendirilen ve normal sağlıklı hücrelerin gerek hücre duvarına gerekse genetik şifresine hasar vererek hücrelerin yapısının değişmesine, fonksiyonlarının bozulmasına neden olan maddelerin vücuttaki miktarı artar. Doğal antioksidan bileşenler (brokoli filizinde, sulforafan; zerdeçalda, curcumin; zenzefildeki, gingerol gibi) bu hasarın azaltılmasında, normal hücrelerin korunmasında yararlı olmaktadır ve bu birçok bilimsel araştırmada gösterilmiştir. Günümüzde de saygın bilim adamları tarafından tamamlayıcı ‘Yeşil Tedavi’ konsepti bilimsel araştırmalar neticesinde geliştirilmiş ve uygulanmaktadır” dedi.

“FAZLA KULLANILDIĞINDA SU BİLE ÖLDÜREBİLİR”

Yeditepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakognozi ve Fitoterapi Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Erdem Yeşilada, “DNA sarmalını keşfeden Nobelli ünlü bilim adamı James Watson’un yayımlanan bir yazısında ifade ettiği görüşlerine dayanarak antioksidanların zararlı olduğu konusunda yapılan yorumlar ne derece gerçekçi? Bu kadar ünlü ve saygın bir bilim adamının görüşlerini tartışmak elbette haddim olamaz. Ancak burada tartışılması gereken husus, Prof.Watson’un görüşleri değil, buna bağlı olarak yapılan yorumlar. Bunca teknolojik gelişmeye rağmen insanoğlu hâla doğanın ve insan vücudunun gizemi karşısında çaresiz. Bizler içinde bulunduğumuz 21. yüzyılda, insanların Mars gezegenine üs kurmaya hazırlandığı çağda, hâla ‘Vitaminler etkisiz mi?’, ‘Yüksek Kolesterol yararlı mı zararlı mı?’ konularını tartışıyoruz. Komik değil mi?

Kanımca burada önemli husus herkesin konuya dar bir açıdan bakması. Çünkü herkesin ‘yarar’ ve ‘zarar’ tanımı farklı. Çünkü insanlar ‘etki’ veya ‘yararı’ çizgi karakter Temel Reis’in Ispanak konservesi gibi görmek istiyor. Aslında tüm insanlar ya da bilim adamlarının beklentileri bu; bir ıspanak konservesi yediğinde müthiş bir güce erişmek. Esasında gazetelerde yer alan haberi hazırlayanlar yaratıcılıklarını kullanarak manşete Watson’un yorumunu değil de herkesin gözdesi antioksidanlar ürünleri taşımışlar. Brokoli, yaban mersini, nar, sarımsak, portakal, böğürtlen, zeytinyağı, zencefil; ne kadar antioksidan varsa… Kanserlerden koruduğu bildirilen ne kadar antioksidan varsa hepsi. İnsanların kafası duman içerisinde; tam bir hayal kırıklığı. Gelin şimdi işin aslına bakalım! Prof. Watson’un söyledileri zaten yeni bir şey değil. Biraz bilimle uğraşan herkes biliyor; antioksidanlar fazla miktarda kullanılırsa ‘prooksidan’ da olabilir. Yani hücreye, amaçlananın aksine, oksidatif hasar vermeye başlayabilir. Ben bu konuyu yazılarımda sıklıkla gündeme getiririm. Fazla kullanıldığında ‘su bile öldürebilir’. Önemli olan dengeli, ölçülü, uygun kullanımdır” diye konuştu. Brokoliye değinen Yeşilada, şu açıklamayı yaptı:

“Brokoli, etkisini vücutta faz II detoksifikasyon enzimlerini (glutatyon-S-transferaz) uyararak gösterirler. Yani vücutta meydana gelen zararlı maddelerin (metabolitler) etkisiz hale dönüştürülerek böbreklerden atılmasını sağlayan vücudun savunmacı, temizlikçi elemanlarını desteklerler. Tamamen bir destek kuvveti. Bu etkileri bilimsel olarak ortaya konulmuş, gerek klinik çalışmalar ve gerekse saha çalışmaları ile doğrulanmıştır. Aklıma gelen bir başka benzeri bir konuyu hatırladım. Bundan otuz yıl kadar önce bazı deneysel bulguları yorumlayarak ‘elmanın kansere yol açtığı’ bilgisi gündeme bomba gibi düşmüştü. Tabii o zamanlar internet olmadığından fazla kişinin haberi olduğunu sanmıyorum. Ancak bu gün gelinen noktada Amerikan Kanser Enstitüsü ‘NCI’ web sitesinde ‘günde bir elma kanseri önler’ diye yazıyor.”

 

 

OFİSTE GÖZ SAĞLIĞINI TEHDİT EDEN 5 TEHLİKE

 

Çalışma hayatı, göz sağlığını bozan kimi tehlikeleri de beraberinde getiriyor. Özellikle ofis çalışanlarında iş ortamında göz sağlığını bozan etkenler nedeniyle yanma, kızarıklık ve batma gibi şikayetler oluşturan ‘Kuru Göz Sendromu’ na sıkça rastlanıyor. Bu tablo tedavi edilmezse kronikleşebiliyor, hatta uzun. vadede görme yeteneğinde azalma gibi ciddi bir soruna da neden olabiliyor!

Göz rahatsızlıklarının görülme sıklığı gün geçtikçe artıyor. Bunun en önemli nedenleri ise bilgisayar başında geçirilen sürenin uzaması. Ayrıca ofis içindeki bazı olumsuz etkenler de çalışanların göz sağlığının bozulmasına neden olabiliyor. Ofis ortamında uzun süre bilgisayar başında çalışan kişilerin en sık karşılaştıkları sorun ise göz kuruluğu, diğer adıyla ‘Kuru Göz Sendromu’. Gözlerde yanma, batma, kızarıklık, görmede bulanıklık ve baş ağrısı gibi yakınmalara yol açan bu sendrom, çalışanların yaşam kalitesini olumsuz etkiliyor ve iş veriminde azalmaya neden oluyor. Üstelik tedavi edilmezse kronikleşebiliyor, hatta uzun vadede görme yeteneğinde azalma gibi ciddi tablolara da yol açabiliyor. Aslında alınabilecek basit önlemler ile ‘Kuru Göz Sendromu’ndan korunmak mümkün. Ancak bunun için öncelikle ofiste göz sağlığını bozan etkenler hakkında bilgi sahibi olmak gerekiyor. Acıbadem Bodrum Hastanesi Göz Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Teoman Özek, ofiste göz sağlığını bozan 5 tehlikeyi ve alınması gereken önlemleri şöyle sıralıyor:

1-) Yetersiz aydınlatma sistemi: Ofiste çalışanların göz sağlığını bozan en önemli faktör, ortamın yeterince aydınlatılmamış olması. Aydınlatma ne kadar az olursa, gözler net görebilmek için o kadar çok çalışmak zorunda kalıyor. Gözlerin aşırı zorlanması nedeniyle de akşam saatlerinde görme yeteneğinde azalma, yanma, batma, kızarıklık ve baş ağrısı gibi şikayetler ortaya çıkabiliyor.

Çözümü:
 Göz sağlığı için ofis ortamının yeterince aydınlatılmış olması ve ışığın göze doğrudan değil, dolaylı olarak gelmesi gerekiyor.

2 -) Bir noktaya uzun süre odaklanmak: Gözlerde kuruluğa neden olan bir başka etken de, bilgisayar karşısında ara vermeden saatlerce çalışmak. Bilgisayarda uzun süre bir yere odaklanmak göz kapaklarının kırpma refleksini azaltıyor. Gözlerin yeterince kırpılmaması sonucunda ise gözü temizleme gibi son derece önemli bir işleve sahip olan gözyaşı, kalite ve miktar açısından yetersiz kalıyor. Göz kuruluğuna bağlı olarak özellikle günün sonunda kızarıklık, yanma, batma ve kaşıntı gibi sorunlar ortaya çıkıyor. Kontakt lens kullanımında bu sorun 2 kat şiddetlenebiliyor.

Çözümü: 
Her 45 dakikada bir, gözlerinizi yormayacak şekilde 5-10 dakika mola verin.

3 – ) Bilgisayarın konumu
Göz sağlığınız için bilgisayar ile aranızdaki mesafe de çok önemli. Bilgisayara ne kadar yakından bakarsanız, gözünüz de o kadar enerji kullanmak zorunda kalıyor. Bunun sonucunda gözlerde ortaya çıkan yorgunluğa bağlı olarak akşam saatlerine doğru yanma, batma, kızarma baş ağrısı ve okurken satır atlama gibi sorunlar başlıyor. Aynı zamanda bilgisayar ekranının yüksekliği de göz kuruluğuna yol açan önemli bir etken.

Çözümü: Masa ile aranızda 40-50, bilgisayar ile 60-70 santim olmalı. Ayrıca bilgisayar ekranı da göz hizasının 20 santim altında bulunmalı. Bu durumda göz kapakları gözü daha fazla kapatacağı için gözyaşı buharlaşması daha az oluyor, bu sayede gözyaşı ihtiyacı azalıyor.

4 – ) Klimalar: Klimalı ortamlar odadaki nemi azaltıyor. Bunun sonucunda gözyaşı azalıyor ve gözlerdeki kuruluk problemi oluşuyor veya sorun daha da şiddetleniyor.

Çözümü: Odanın içine konulacak olan bir buhar makinesi oda içindeki nem oranını belirgin ölçüde artırıyor.

5 – ) Bulaşıcı göz hastalıkları: Özellikle bankada çalışanlar ve para gibi hijyenik olmayan madde alışverişi yapanlarda arpacık vile konjoktivit gibi göz enfeksiyonları sık görülüyor. Bu enfeksiyonların ofiste çalışan diğer kişilere geçme riski yüksek oluyor.

Çözümü: Ellerinizi sık sık yıkamak veya dezenfektan maddelerle silmek etkin bir önleme yöntemi.

KURU GÖZ SENDROMU NEDİR?
-Gözyaşı; rüzgar, toz ve duman gibi çeşitli faktörler yüzünden kirlenen göz yüzeyini temizlemek ve kornea yüzeyinin tahriş olmasını engellemek gibi önemli bir işlev üstleniyor. Gözün kırpılması sonucu gözyaşı gözün yüzeyine tamamen yayılıyor ve bu yüzeyi nemlendiriyor. Ayrıca gözü toz ve is gibi etkenlerden temizliyor. Gözyaşı eksikliğinde ise bu yüzey nemsiz kalacağı için yanma, batma ve kızarma gibi sorunlar ortaya çıkıyor.

-Gözyaşı bezlerinin yeterince çalışmaması ve bulunulan ortama bağlı olarak gözyaşı ihtiyacının artması, Kuru Göz Sendromu’na neden oluyor.

-Kuru göz oluşumunda öncelik bulunulan ortamın uygun koşullarda olmasını sağlamak, dış etkilere, özellikle güneş ve rüzgara karşı koruyucu güneş gözlükleri kullanmak gerekiyor.  Buna rağmen şikayetler geçmiyorsa suni göz yaşı ve bazı damlalar kullanılıyor. Sorun tıbbi tedaviye yanıt vermezse gözyaşı kaybını önlemek için gözyaşı kanallarının olduğu bölüme cerrahi yöntemle tıkaçlar konuluyor.

KURU GÖZ SENDROMU’NU ÖNLEMEK İÇİN…
-Odanızda yeterli aydınlatma sistemi sağlayın,
-Her 45 dakikada bir gözlerinizi dinlendirmeyi unutmayın,
-Gözlerinizi ekrandan sık sık uzaklaştırıp, kırpın.
-Düzenli uyumaya özen gösterin,
-Bulunduğunuz ortamı mümkün olduğunca havalandırarak nemlenmesini sağlayın. Eğer odanızı havalandıramıyorsanız buhar makinesinden yararlanabilir veya radyatörün üzerine su yerleştirebilirsiniz.
-Bilgisayar ile aranızda 60-70 santim olmasına ve bilgisayar ekranının 20 santim altta olmasına dikkat edin.