5053873217 [email protected]

KIŞI KİLO ALMADAN GEÇİRMENİN 10 KOLAY YOLU

Kış aylarından hareketsizlikten, fiziksel aktivitelerin kısıtlanmasından ve sıklaşan ev ziyaretlerinden kilolar da artıyor. Kış aylarında alınan kilolar ortalama 0,5- 1 kg arasında değişiklik gösteriyor. Liv HOSPITAL’dan Beslenme ve Diyet Uzmanı Sanem Apa kışı kilo almadan geçirmenin 10 kolay yolunu anlattı.

Taze besinleri seçin

Beslenme planınızda mutlaka taze besinlere yer vermelisiniz. Böylece vitamin, mineral, antioksidan ve posa alımınızı zengin kaynaklardan sağlamış olursunuz. İşlenmiş ve paketli ürünlerin yağ içeriğinin fazla olmasının yanı sıra tuz ve şeker yönünden de zengin olduğunu bilmelisiniz. Beslenme programınızda taze meyvelere yer vermek ile antioksidan alımınızı ve beraberinde A ve C vitaminince de zengin beslenmenizi sağlamış olur. Burada verilecek ipucu müsli veya yulaf tüketiyorsanız meyve ile değil yoğurt veya süt ile tüketmek olmalıdır.

Renkli beslenin

 

Serotonin salgılanmasını artırmak mutlu olmanızı sağlar. Tam buğday, esmer pirinç, yulaf, muz ve yağlı tohumlar gibi triptofan içeren besinleri tüketmek serotonin salgılanmasını arttırır. Üstelik verimliliğinizin artmasını sağlar. Avokado, yeşil yapraklı sebzeler de yine magnezyum içerikleri ile serotonin üretimini destekler. Beslenmenizde mutlaka B ve C vitaminleri ile magnezyum, çinko, kalsiyum ve manganeze yer vermelisiniz. Renkli beslenin. Her gün renkli besinler seçmeye özen gösterin. Kırmızı ve turuncu renkteki besinler A ve C vitaminlerince zengindir. Yeşil renkli besinler ise folik asitin iyi birer kaynaklarıdır. Nar, portakal, mandalina, ıspanak, brokoli, Brüksel lahanası, havuç, bal kabağı renkli beslenmenizin baş mimarları olabilir.

 

İşlenmiş karbonhidratlardan uzak durun

Modern toplumlarda işleme maruz kalmış karbonhidratların tüketiminden uzak kalmak gerekir. Çünkü bu besinler kan şekeri seviyesine etki ederek ağırlık artışına neden olabilir. Lif oranı yüksek besinler tüketmeniz glisemik indeks yönünden de düşük beslenmenize destek olduğundan ağırlık kontrolünüzü sağlamanız kolaylaşacaktır. Tam buğday unundan yapılmış ekmekler, kepekli pirinç, tam buğdaylı veya kepekli makarnaları tercih edebilirsiniz.

Protein tüketin

Her öğünde düşük yağlı ve kaliteli protein tercih etmeniz ağırlığınızı korumaya veya ağırlık kaybetmenize destek olur. Proteinler düşük glisemik indeks içerir, bu da kan şekeri seviyenizin uygun seviyede kalmasına yardım ederken bir sonraki öğünde yoğun tatlı atıştırmanızı engeller.

Doymuş yağları sınırlayın

Doymuş ve trans yağ asitlerinden zengin beslenmek sadece ağırlık artışına neden olmaz aynı zamanda kalp- damar hastalıklarına da neden olabilir. Özellikle kışa aylarında tüketimi artan cipsler ve fast food tarzı besinlerden uzak durmak doymuş yağ alımınızı azaltacağı için uygun olacaktır.

Krema değil çorba tüketin

Son yıllarda kremalı çorba tüketiminde artış vardır. Bu tarz çorbaların yağ içerikleri yüksektirç. Özellikle kış aylarında artan çorba tüketiminizi kremalı çorbalardan yana kullanmamak ağrılık kontrolü açısından doğru olur. Tavuk suyuna çorba yapacaksanız yine tavuğun derisini ayırarak haşlamanız daha az yağ alımını sağlar. Ayrıca kahvelere ilave edilen kremanın da ortalama 360 kalori ekstra enerji verdiğini söylemeliyiz.

Kış aylarının ritüellerini sınırlayın

Salep, boza, kestane, patlamış mısır… Bu besinler kışın geldiğinin habercisi gibidir. Ancak şeker, karbonhidrat ve yağ içerikleri fazla olabilir. Ağırlık kontrolünüzü sağlamak istiyorsanız; Salep ve bozayı haftada birer kez tüketebilirsiniz. Sinemada küçük boy mısırı tercih edebilir veya 1 çay bardağı mısırı kendiniz evde patlatabilirsiniz. Kestanenin ise 3 tanesinin 1 dilim ekmek olduğunu söylersek tüketim miktarını sınırlamanın ne kadar önemli olduğunu görebilirsiniz.

Omega 3 yağ asitlerini tüketin

Tüm vücut hücreleri için omega 3 yağ asitlerinin önemi artık bilinen bir gerçek. Haftada en az 2 defa olacak şekilde ızgara, buğulama veya fırında pişireceğiniz balık sağlıklı beslenme programı içerisinde hem ağırlık kaybına destek olur hem de bağışıklık sisteminizi güçlendirici rol oynar. Ayrıca yağlı tohumlarda ara öğünleriniz için çok uygun alternatiflerdir. Gün içerisinde tüketeceğiniz 8- 10 fındık veya baden veya 12- 15 Antep fıstığı veya 2- 3 ceviz ile omega 3 yağ asitlerinden almış, kalp sağlığınıza yatırım yapmış, ağırlık kontrolünüzü sağlamış olursunuz.

Su için

Vücudumuzda her bir kalorinin metabolize olması için 1 mL suya ihtiyaç vardır. Bu nedenle günde en az 1,5 litre su tüketimini sağlamalısınız. Erkekler için bu miktar 2 litreye kadar çıkarılmalıdır. Limon, mandalina veya portakal dilimleri ekleyeceğiniz su bağışıklık sisteminizi güçlendirir. Çubuk tarçın ilavesi ise kan şekeri kontrolünüzü sağlayarak tatlı krizlerinizin önüne geçebilir.

 

Kış döneminde de aktif olun

Havaların soğuması ile evlere kapanarak hareketlerimizi iyice azalttığımız bu dönemlerde spor salonlarına üye olabilir veya evde ufak değişiklikler ile aktif olmayı sağlayabilirsiniz. Örneğin 20 adet kibrit çöpünü yere dağıttıktan sonra her bir kibrit çöpünü çömelerek topladığınızda kaslarınızın birçoğunu çalıştırmış olursunuz. İş yerinde merdivenleri kullanabilirsiniz. Ayrıca buna ek olarak haftada en az 3 kez 30- 35 dakika yürüyüş yapmanız da size aktif olma yönünde destek olacaktır.

Önemli olan mevsimsel beslenme tarzları değil yaşamınızın temelini oluşturacak beslenme tarzlarını öğrenmektir. Yapacağınız değişimlerin uzun vadeli olmasına dikkat etmelisiniz.

 

EVLİLİK KALBE İYİ GELİYOR

Evlilikle ilgili yapılan tartışmaların sonu gelmiyor. Bir taraf evliliğin hayata olumsuz etkilerinden bahsetse de araştırmalar aslında evliliğin hayat kurtardığını ortaya koyuyor.

Evliliğin hem kalp sağlığı yönünden, hem de kalp krizine bağlı ölümleri azaltması açısından kalbe iyi geldiği söyleyen Liv HOSPITAL Kalp Sağlığı Kliniği’nden Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Alp Burak Çatakoğlu, 14 Şubat Sevgililer Günü öncesi evliliğin yararlarından bahsetti.

Evlilik hem kadında hem de erkeklerde kalp krizi riskini azaltıyor. Daha önce yayınlanmış bazı çalışmalarda, evliliğin kalp hastalıkları yönünden riski azaltıcı etkisi gösterilmişti ama bunlar daha çok erkek hastalar üzerine yoğunlaşmıştı. ‘Europan Journal of Preventive Cardiology’ de yayınlanan yeni araştırmaya göre hem kadın hem de erkeğin akut koroner olaya bağlı bir kalp krizi ve ölüm olasılığının belirli oranda azaldığı ortaya çıktı.

Bekarlık sultanlık değilmiş

Finlandiya’da yapılan bu araştırmaya göre her iki cinsiyette ve tüm yaş gruplarında, evli olanlarda akut koroner olaya bağlı bir kalp krizi ve ölüm olasılığının belirgin olarak azaldığı vurgulanıyor. Özellikle orta yaşlı evli ve birlikte yaşayan çiftlerde akut olaydan sonraki süreç çok daha olumlu seyrediyor. Araştırmada 1993 ile 2002 arasında kalp krizi geçirmiş 15.300 hasta incelendi. Bu hastalardan 7.700’ü ilk 28 gün içinde hayatını kaybetti. Bekar olan erkeklerde kalp krizi gelişme ihtimali evli olanlara göre yüzde 58-66 daha yüksek bulundu. Kadınlarda da bu oran yüzde 60-65 daha yüksek saptandı. Kalp krizine bağlı ölüm oranlarının ise bekar olanlarda çok daha yüksek olduğu gözlendi. Bekar erkeklerde kalbe bağlı ölüm oranı evli erkeklere göre yüzde 60-68 daha yüksek saptanırken bekar kadınlarda bu oran yüzde 71 daha fazlaydı. Bekarlığın sultanlık olmadığını bu çalışmayı referans göstererek vurgulamak yanlış olmaz. Sağlıklı bir kalp için önce kalbi sevgi ve aşkla dolduracak bir eş bulmak önemli.

İşte nedenler

· Yalnız yaşayan insanın yemek alışkanlıkları ve hayat düzeni sağlıklı olmaz. Ayrıca günün getirdiği zorlukları da paylaşacağı bir eşi olmaması nedeniyle hayatın yükünü tek başına omuzlar.

· Birlikte yaşayan çiftler birbirlerine özen gösteriyorlarsa, hem yemek alışkanlıkları daha sağlıklı olur, hem de bir hastalık ile karşı karşıya kaldıklarında daha titiz bir bakım sağlanır.

· Çiftler el ele yürüyüşlere de çıkıyor, günlük egzersizlerini yapabiliyorlarsa sonuçlar kalp sağlığı yönünden daha da başarılı olur. Sağlıklı bir kalp için mutlu ve sevgi dolu bir evlilik artık reçetelerimize yazılabilir.

· Bekar insanların sosyo-ekonomik düzeyi daha düşük olabilir.

· Evli insanların ekonomik düzeyi daha iyi, daha sağlıklı yaşıyorlar, sosyal çevreleri var ve destek alma ihtimalleri daha yüksek.

· Evli çiftlerin ambulans çağırmaları daha kolay oluyor. Evli insanların hem hastane hem de eve çıktıktan sonraki süreçlerinde bakım ve tedavileri daha başarılı oluyor. Bekar veya yalnız yaşayanların sağlıkları ile takipleri yetersiz kalabiliyor. Günlük ilaç takibi, kolesterol düşürücü veya tansiyon ilaçların düzenli alımı aksayabiliyor.

OBEZİTE BÖBREK TAŞLARINI KIRMAYA ENGEL OLUYOR

Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi ve Minimal İnvaziv Üroloji Derneği tarafından 2-3 Şubat 2013’de Acıbadem Maslak Hastanesi Konferans Salonu’nda gerçekleştirilen “Fleksible Üreteroskopik Taş Cerrahisi Kurs Programı”nda uzmanlar, böbrek taşı kırmada kullanılan en son yenilikleri tartıştı. Kursun direktörlüğünü yapan Acıbadem Maslak Hastanesi Üroloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Ali Rıza Kural, idrar yolları taşlarının tedavisinin artık açık ameliyatla yapılmadığını, bugün en dirençli taşların bile modern yöntemlerle kırılabildiğini, böylece hastaların daha uzun süre ve kaliteli yaşayabildiklerini söyledi.

Programın cerrahi kurs bölümünde hekimler canlı maketler üzerinde çalışmalar yaparak böbrek taşı cerrahisinde kullanılan en güncel yöntemleri uygulama konusundaki pratiklerini geliştirme fırsatı buldu. İkinci gün ise gerçekleştirilen 3 canlı ameliyatta, Prof. Dr. Ali Rıza Kural tarafından RIRS yöntemi ile 54 yaşındaki bir erkek hastanın böbrek havuzcuğundaki tümörü tedavi edilirken, Dr. Selçuk Keskin ve Dr. Bülent Önal tarafından ise, RIRS ve Microperc adı verilen yöntemle hastaların böbreklerindeki taşlar tedavi edildi. Prof. Dr. Ali Rıza Kural, 1980’li yıllardan itibaren 1 cm’lik kesiden girilerek “Perkütan Nefrolitotomi” ameliyatı uygulanırken, bu yöntemin özellikle de küçük çocuklarda sakıncalı ve imkansız olabildiğini, bu tür durumlar olduğunda ise neredeyse 1 mm çapında özel aletlerle girilerek böbrek içindeki taşların kırılabildiğini söyledi. İdrar yollarında özellikle böbrek havuzcuğu veya üreter kanalında tümör vakalarının nadir görüldüğünü, ancak günümüzde bu tümörlerin de endoskopik yöntemlerle çıkarılıp böbreğin kaybedilmesinin önüne geçilebildiğini anlatan Prof. Ali Rıza Kural, bu sayede hasta konforunun da arttığını dile getirdi.

2 CM’DEN KÜÇÜK TAŞLAR HASTALARI ZORLUYOR

Toplantı çerçevesinde gerçekleştirilen panelde ise taş cerrahisinin gündemindeki başlıca konular tartışıldı. Bu konular arasında en önemlisi 2 cm’den küçük böbrek taşlarında uygulanan tedavilerdi. Panelde konuşan ve 1980’li yıllarda uygulanmaya başlayıp günümüzde daha da geliştirilerek popüler hale gelen ESWL, yani vücut dışından şok dalgası tedavisi yöntemi hakkında bilgiler veren Dr. Ender Özden, bu yöntem sayesinde böbrek taşlarının kırılıp idrar yolundan atılabileceğini belirterek şunları söyledi:

“ESWL yönteminde taşlar dışarıdan böbreklere belli şiddette gönderilen şok dalgalarıyla kırılıyor. Ancak hamilelere, tedavi edilmemiş idrar yolu enfeksiyonu olan hastalara, iskelet anomalisi olanlara, obezlere yapılamamaktadır. Taş ve cilt arasındaki mesafe 10 cm’den fazla olduğundan yöntem obez hastalarda başarısız oluyor.”

Acıbadem Üniversitesi Üroloji Bölümü’nden Dr. Enis Coşkuner ise, taş cerrahisinde kullanılan bir başka yöntem olan “Fleksible Üreteroskopi” hakkında bilgi vererek, bu yöntemin başarı oranının ESWL’ye yakın olduğunu söyledi. Bu yöntemin özellikle başarısız taş kırma ve dirençli taş vakalarında yüzde 67-70 oranında başarı sağlayabildiğini ifade eden Dr. Enis Coşkuner, yöntemin 1 cm’nin altındaki taşlarda ilk seçenek olarak uygulandığını, 2 cm’ye kadar olan taşlarda da başarıyla kullanıldığını söyledi. Bu yöntemde gövdesi kırılıp bükülebilen özel bazı cihazlar kullanılarak idrar yolundan böbreklerin içine kadar girilerek lazer enerjisiyle taşlar kırılıyor.”

Bir başka böbrek taşı kırma yöntemi olan perkütan cerrahi hakkında da bilgiler veren Dr. Enis Coşkuner, bu yöntemde bel bölgesinde bir delikten girilip kapalı ameliyat ile taşları kırıldığını, bu yöntemin yaklaşık 30 yıldır uygulandığını, ancak teknolojisinin daha da geliştirildiğini belirtti.

HEKİM YÖNTEMİ İYİ SEÇMELİ

Böbrek taşlarının kırılmasında modern teknoloji ve gelişmiş aletlerin kullanılması kadar hekimlerin bilgi, deneyim ve becerisinin de yüksek olması gerektiğine dikkati çeken Prof. Dr. Ali Rıza Kural, özellikle de morbid obezlerde seçilecek yöntemin önemli olduğunu belirterek şunları söylüyor:

• Morbid obezlerde vücut dışından şok dalgası uygulanamıyor. Çünkü böbrek taşını kıran aletin başlığı ile taş arasındaki mesafe 10 cm’den fazla olduğunda sorun çıkıyor.
• Aynı şekilde obez hastalara yüzükoyun pozisyon verip bel bölgesinden girerek özel aletlerle taşı almak yani Perkütan Nefrolitotomi de zor oluyor. Fleksible Üreteroskopi ( FU) tekniği bu hastalar için ideal bir yöntemdir. İdrar yolundan özel bükülebilir aletlerle girilerek sırt üstü yatan bir hastada böbreğe ulaşarak taşları kırma prensibine dayanan bir yöntemdir.
• Bu tekniğin geçmişi 25 yıla dayanmasına karşın son yıllarda dijital cihazlar, görüntü kalitesini yükseltti. Taşları kırdığımız lazerlerin geliştirilmesiyle ve çok ince özel problar üretilmesiyle böbreğe girmek kolaylaştı, görüntü kalitesi arttı, taş kırma kalitesi ve sonuçta hasta konforu da arttı.
• Bu yöntem morbid obez hastaların yanı sıra yapısal başka bozuklukları olan hastalar da kullanılan, uygulandığında iyi sonuçlar veren bir yöntem olarak kullanılıyor.

BÖBREK TAŞLARI SON 40 YILDA KÜÇÜLDÜ
Böbrek taşlarının çapında son 40 yılda bir küçülme olduğunu dile getiren Prof. Dr. Ali Rıza Kural, bu konuda şu bilgileri veriyor:

“Ülkemizin taş hastalığı kuşağında olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle beslenme yönünden sorunların olduğu bölgelerde ya da bazı iklim kuşaklarında, sıcak bölgelerde böbrek taşlarının daha fazla görüldüğünü biliyoruz. Biz de böyle bir kuşaktayız. Son 40 yılda hastalarda rastladığımız taşların çaplarının küçüldüğünü görüyoruz. Bundan 40 yıl önce tüm böbreği dolduran enfeksiyon taşları ve çok büyük mesane taşları vardı. Artık ülkemizdeki sosyal ve ekonomik gelişmeyle, sağlıklı beslenme bilincinin artmasıyla bu tip taş hastalıkları azaldı.”
Böbrek taşlarının kişilerin günlük yaşamlarında yarattığı sorunların dışında, organ nakli yapılması gereken durumlarda da sıkıntıya neden olabildiğine değinen Prof. Dr. Ali Rıza Kural, şunları söylüyor:

“Eğer vericinin böbreğinde ufak bir taş varsa önceden veya böbrek alındığı sırada bu taş özel tekniklerle kırılarak böbrekten çıkarılıyor. Ancak kadavradan alınmış böbrekte maalesef bunu yapmak mümkün değil, çünkü kadavra böbrekte ufak bir taşın varlığı önceden bilinmeyebilir. Türkiye’de modern taş cerrahisini uygulayabilen hekim sayısı oldukça fazla ve beceri düzeyleri de yüksektir.Özellikle de son 10 yılda bu konuda becerisi, bilgisi yüksek, teknolojiye hakim uzmanlarımızın sayısı çok arttı. Bu alanda çok iyi olduğumuzu söyleyebiliriz.”

 

 

BU HASTALIK ÇOCUĞUNUZUN HAYATINI ALTÜST EDEBİLİR!

“Çocuğum yaramaz’ diyerek hafife almamanız gereken 10 işaret!

Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu… Çocuğun ileride akademik ve sosyal hayatında ciddi problemler yaşamasına ve ruhsal çöküntüye uğramasına yol açabilen bir hastalık. İyi haber ise erken teşhis ve tedavi sayesinde çocuğun hayatına sağlıklı, üretken ve mutlu bir birey olarak devam edebilmesi.

Çocuğunuz evde ders çalışırken sürekli hareket etme ihtiyacı mı hissediyor? Okulda kurallara uymakta zorluk mu çekiyor? Yerinde duramıyor, sürekli hoplama veya bir yerlere tırmanma ihtiyacı mı hissediyor? Çok konuşuyor ve sık sık sizin ya da arkadaşlarının sözünü mü kesiyor? Eğer bu belirtiler varsa ‘çocuğum yaramaz’ diyerek geçiştirmeyin. Çünkü çocuğunuzun bu davranışlarının nedeni, ileride ruhsal çöküntüye uğrayan, davranışları nedeniyle akademik ve sosyal hayatında ciddi problemler yaşayan bir birey haline gelmesine yol açabilecek ‘Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu’ olabilir! Acıbadem Kadıköy Hastanesi Çocuk Psikiyatristi Uzmanı Dr. Emel Bellibaş, erken teşhis ve tedavi sayesinde çocuğunuzun ileride mutlu, üretken, kendine toplumda iyi bir yer edinmiş kişi olarak hayatına devam edebileceğine dikkat çekerek, “Bu noktada önemli olan anne ve babaların zamanında doktora başvurmaları ve uygun görülen tedaviyi aksatmadan yerine getirebilmeleri.” diyor.

Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu nedir?
Toplumda yüzde 3-5 oranında görülen Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB), nöro-psikiyatrik bir rahatsızlık. DEHB çoğu zaman ‘dikkat sorunları’ ile karıştırılıyor. Beslenme düzeni, yaşamsal stres düzeyi, maruz kalınan çevre koşulları ve kullanılan ilaçlar dikkati bozabiliyor. Ancak DEHB doğuştan oluyor ve ‘dikkat sorunlarının’ aksine çeşitli etkenler ile kişinin işlevini ciddi boyutlarda bozacak kadar ilerleyebiliyor.

Akademik ve sosyal hayatını altüst ediyor
Çocuk Psikiyatristi Uzmanı Dr. Emel Bellibaş, Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite’nin çocuğun hayatını nasıl etkilediğini şöyle sıralıyor:

• Okula gitmekte isteksizlik, otoriteyle sorunlar, yanlış arkadaşlık ilişkileri sık görülüyor.
• Ergenlik döneminde dürtüsel, risk almaya meraklı bireyler oluyor. Alkol ve madde kullanımı, bağımlılığı, zorbalık, hayvanlara ve insanlara zarar verme, gözdağı veren çetelere, siyasi gruplara girme en çok DEHB tanısı alan çocuklarda izleniyor.
• Ruhsal yönden kaygılara ve depresif duygu duruma yatkın olan birey haline gelebiliyor.
• Toplum, hatta çok yakınları tarafından bile cezalandırılan, anlaşılmayan bireyler olarak yalnız bir yaşam sürmek zorunda kalabiliyor.
• Aktif olarak çalışabildiği bir işi, üretebildiği ve kendini iyi hissettiği bir çevresi genellikle oluşmuyor. İşlevsellikten kopmuş, mutsuz birey haline gelebiliyor, kendini sürekli ailesinin yardımıyla geçimini sağlayabilecek noktada bulabiliyor.

ÇOCUĞUNUZDA DİKKAT EKSİKLİĞİ HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞU VAR MI?
Çocuk Psikiyatristi Uzmanı Dr. Emel Bellibaş, aşağıda yer alan özellikler çocuğunuzda 7 yaşından önce başlamışsa, bunlar hem okulda hem de evde oluyorsa zaman kaybetmeden bir psikiyatriste başvurmanız gerektiği uyarısında bulunuyor.

1.Okula gitmek istemiyor ve kurallara uymakta zorluk çekiyor
Sıklıkla zihinsel kapasiteleriyle orantısız okul başarısı gösteriyor. Okula gitmek istemiyor, gittiğinde kurallara uymakta zorluk çekiyor.

2.Arkadaşlarına kaba davranabiliyor
Arkadaşlarıyla ilişkilerinde zorlayıcı, hatta bazen kaba davranışlar sergiliyor. Bu tavrı öğretmenlerine de gösterebiliyor. Derste arkadaşlarıyla konuşuyor, tartışma çıkarıyor ya da espriler yapıp dersin işlenmesini olanaksız hale getiriyor.

3.Evde ders çalışırken sürekli kıpır kıpır oluyor
Sınavlara hazırlanırken, evde ders çalışırken, sürekli kıpır kıpır oluyor, sık sık su içmeye, tuvalete gitmeye kalkıyor. Derslerde dikkat süresi çok kısıtlı oluyor. Dikkati dağıldıktan sonra yerinde oturmakta zorluk çekiyor.

4.Oyunu sonuna kadar sürdüremiyor
Oyunu kurarken başkan olmak istiyor, kuralları kendi koyuyor, ancak oyunu sonuna kadar sürdüremiyor. Bu tavırları nedeniyle sosyal ilişkilerinde de sorun yaşıyor.

5.Aniden öfkeleniyor, kontrolü çabuk kaybediyor
Arkadaşlık ilişkilerinde kendisine saygı duyulmadığını, onaylanmadığını hissedince olumsuz duygular yaşıyor. Ailesi ve okulu tarafından destek göremezse depresyona girebiliyor ve kaygı bozuklukları yaşayabiliyor. Bunun sonucunda da sıklıkla aniden ve şiddetli öfkelenen, kontrolü çabuk kaybeden bireyler haline geliyor.

6.Dikkatini ayrıntılara veremiyor
Çoğu zaman dikkatini ayrıntılara veremiyor, okul ya da diğer etkinliklerde dikkatsizce hatalar yapıyor. Örneğin okuma ya da yazma sırasında harf hataları, sınavlarda yanlış seçenekleri işaretleme, yineleyen hatalarla yerine getirme, savsaklama, ev ödevlerini bir an önce bitirmek için özensiz davranma gibi davranışlar sergiliyor.

7.Zihinsel çaba gerektiren görevlerden kaçınıyor
Sürekli zihinsel çabayı gerektiren görevlerden kaçınıyor. Günlük etkinliklerinde sıklıkla unutkan oluyor, örneğin kalem, kitap ve diğer ders araçları gibi eşyalarını sık sık kaybediyor.

8.Ya dinliyormuş gibi yapıyor ya da soru tamamlanmadan cevabını yapıştırıyor
Doğrudan kendisine konuşulduğunda çoğu zaman dinlemiyormuş gibi görünüyor. Kendisine yöneltilen soru tamamlanmadan hemen cevabını yapıştırıyor. Sıklıkla sorulanlara uygunsuz yanıtlar veriyor, konuyu bildiği halde bilmiyormuş ya da algılayamıyormuş gibi bir izlenim bırakıyor.

9.Koşturuyor, zıplıyor, tırmanıyor
Elleri, ayakları kıpır kıpır oluyor ya da oturduğu yerde kıpırdanıp duruyor. Uygunsuz olan durumlarda koşuşturup duruyor, koltukların üzerinde zıplıyor ya da bir yerlere tırmanıyor. Bunların yanı sıra geç saatlere kadar uyuyamıyor. Riskli davranışlarda bulunmaktan da çekinmiyor, örneğin yüksek yerlerden atlayabiliyor. Genelde bu çocukların vücutlarında çok sayıda düşme izi, yaralanma sekelleri oluyor.

10.Çok konuşuyor, başkasının sözünü kesiyor
Çok konuşuyor. Konuşmaya başlarken ne söyleyeceğini unutup başka bir konuya atlıyor, kafası karıştıkça esas konuda uzaklaşıyor. Çoğu zaman başkalarının sözünü kesiyor ya da yaptıklarına karışıyor. Çoğu zaman sırasını bekleyemiyor. Telaşlı, sabırsız, bazen nezaketsiz tavırları da bu yüzden oluyor.

Uygun tedavi ile mutlu ve üretken bir birey olabiliyor!
DEHB günümüzde tedavi edilebilen bir hastalık Çocuk uygun tedaviyle ileride mutlu, üretken, kendine toplumda uygun bir yer edinmiş bir birey olabiliyor. Çocuk Psikiyatristi Uzmanı Dr. Emel Bellibaş, hastalığın nasıl tedavi edildiği konusunda şu bilgileri veriyor:
• Tedavinin vazgeçilmez olan ilk aşaması okul başta olmak üzere çevrenin bu rahatsızlığın tedavisine destek olmaları. Bu çocukların çevreleri tarafından daha iyi algılanmaları, bazı tepkileri anlayışla karşılanmaları, örneğin sık sık cezalar verilerek gururlarının incitilmemesi gerekiyor.
• Akademik başarısı için uygun dikkat çalışmalarına katılmaları, beslenme özelliklerine özen gösterilmeleri de çok önemli. En iyi nasıl anlayabiliyor ve bildiklerini en iyi nasıl ifade edebiliyor diye izlenmeleri de başarısızlık algısını tümden değiştiriyor.
• Sık sık hareket etme gereksinimi duyan çocuklar çeşitli görevlere yönlendirilebiliyor.
• Psikoterapi alan, ailesi tarafından desteklenen çocuğun medikal tedaviye (ilaçla tedavi) yanıtı çok daha iyi ve kalıcı oluyor.

İlaçlar bağımlılık yaratmıyor

Çocuk Psikiyatristi Uzmanı Dr. Emel Bellibaş, DEHB tedavisinde ilaç tedavisinin oldukça yarar sağladığını belirterek sözlerine şöyle devam ediyor: “Bazı vakalarda antidepresanlar, başka psikiyatrik ilaçlar da tedaviye eklenebiliyor. Sanılanın aksine bu ilaçların hekim kontrolünde, verilen doz ve gün aralıklarına uygun kullanımında bağımlılık riski olmuyor. Hatta tam tersi, ilaçlar çocuğun DEHB tablosundaki dürtüselliği nedeniyle yatkınlığı olabilecek alkol ve madde bağımlılığı açısından korunmasında büyük yarar sağlıyor. Çocuğu uyuşturmuyor, dikkat süresini artırıyor. “

Pek çok neden sorumlu tutuluyor
Çocuk Psikiyatristi Uzmanı Dr. Emel Bellibaş, DEHB’nin nedeni hala bilinmeyen, çok etkenin suçlandığı, ancak genel olarak beynin çalışmasıyla ilgili farklı sorunların ortaya çıkardığı bir bozukluk olduğunu belirterek şu bilgileri veriyor: “Ailede DEHB vakalarının bulunması, çeşitli travmalar, çeşitli bozukluklar DEHB’ye yatkınlık oluşturuyor.
DEHB belirtileri sosyoekonomik düzeyi düşük ailelerde daha sık görülüyor. Bu durum çocuğun beslenme ve bakım koşullarının da dikkat üzerine ciddi etkiler yaratabileceğini düşündürüyor. Çocuğun travmaya açık, tehlikeli ortamlarda bulunması, geçirilmiş doğumsal enfeksiyonlar, yetersiz bakım, santral sinir sistemi enfeksiyonları da etkili oluyor. Bazı vakalarda kurşun zehirlenmesi (uzun süre kurşun içeren boyalara, oyuncaklara maruz kalması da suçlanıyor.”

DİŞ SAĞLIĞI İÇİN BESLENME ÇOK ÖNEMLİ

Ortodontist Dr. Aylin Sezen Yalçın sağlıklı dişler ve iyi bir ağız

hijyeni için çok pratik tüyolar verdi… Yalçın yemeklerden sonra

20 dakika sakız çiğnemenin çürüğü önlediğini, süt içmenin diş

yapısını güçlendirdiğini söyledi.

Ortodontist Dr. Aylin Sezen Yalçın doğru beslenen kişilerin ağız, diş ve

kemik sağlıklarının da aynı oranda sağlıklı olduğuna dikkat çekti. Yalçın,

“Gözlemlerime dayanarak kolaylıkla söyleyebilirim. Tüm besin

gruplarından dengeli olarak beslenme kemiklerimiz ve dişlerimizin

dirençli olmasını sağlarken iyileşme sürecini de hızlandırır” dedi.

Ortodontist Dr. Aylin Sezen Yalçın diş sağlığını düşünenlerin günlük

beslenmesinin nasıl olması gerektiğini anlattı. Yalçın, her besin grubundan

dengeli olarak tüketilmesi gerektiğini belirterek, belli başlı yiyecekleri şöyle

sıraladı: “Karbonhidrat (ekmek v.b), Sebze, Meyve, Et, Süt, yoğurt,

peynir…”

Ara Öğünleri Azaltın

Yalçın, “Özellikle ara öğünlerle şekerli bir gıda yediğinizde 20

dakika boyunca

öğünler sıklaştıkça gün içinde dişler sürekli asitle mücadele

halinde olacağından çürük oluşumunda artış olur” şeklinde konuştu.

Ana Öğünler Serbest

Yalçın, ana öğünlerde, besin çiğnenme fonksiyonu sırasında salgılanan

tükürük miktarında artış olduğunu belirterek, tükürük artışı ile birlikte

dişlerin üzerinde besin birikimi ve asit ortamın yaratacağı etkilerin

azaldığını anlattı.

Süt Ürünleri Mucizesi

Yalçın, diş sağlığında süt mucizesine dikkat çekti. Yalçın, “Süt ürünleri

içindeki Kazein proteininden dolayı çürük engelleyici özelliğe

dişleriniz asit ortama maruz kalacaktır. Ara

sahiptirler. İçerisindeki şeker ve yağ miktarı önemlidir tabiki…

Özellikle beyaz peynir, yoğurt diş dostu besinlerdir. Rahatlıkla

tüketebilirsiniz” şeklinde konuştu.

Yemekler Arasında Acıktığınızda

Yalçın, yemek aralarında acıkınca; “Çiğ sebze, meyve, peynir, sade

yoğurt yemeyi tercih edebilirsiniz. Günde 3 kez dişlerinizi

florürlü bir diş macunu ile fırçalamak ve diş ipi kullanmak mutlaka

yapılması gerekenler listesinde 1. sıradadır” dedi.

Sakız Deyip Geçmeyin

Sakız çiğnemenin önemine dikkat çeken Yalçın, “Yapılan araştırmalar

yemeklerden sonra 20 dakika boyunca şekersiz sakız

çiğnenmesinin çürük oluşumunu azalttığını göstermiştir… Sakız

çiğneme fonksiyonu sırasında tükürük miktarında artış görülür ve

besinler dişlerin üzerinden uzaklaşmış olur” dedi.

BAĞIMLILIKLAR KANSER NEDENİ

Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı Prof. Dr. İhsan Karaman, bağımlılıklar ve kanser ilişkisine dikkat çekti. Karaman, Türkiye’de her yıl görülen kanser sayısının 150 binleri aştığını, genetik faktörlerin dışında sigara, alkol ve yasadışı maddelerin kullanımının birinci sırada kanser nedeni olduğunu söyledi. Türkiye AB ülkeleri içinde kansere en fazla harcama yapan ilk 6 ülke arasında yer alıyor.

Yeşilay Cemiyeti Başkanı Prof. Dr. İhsan Karaman, kanserin her geçen gün önemi artan bir sağlık sorunu haline geldiğini söyledi. Türkiye’de her yıl görülen kanser sayısının 150 binleri aştığını dile getiren Karaman, genetik faktörlerin dışında sigara, alkol ve yasadığı maddelerin kullanımının birinci sırada kanser nedeni olduğunu ifade etti.

4 Şubat Dünya Kanser Günü nedeniyle bir açıklama yapan Karaman, Dünya sağlık Örgütü verilerine göre sigaranın kanserden ölümlerin yüzde 22’sinden sorumlusu olduğunu belirtti. Karaman, gelecek yıllarda tanı imkanlarının artması ve yaşam sürelerinin uzaması ile bu rakamın daha da artmasının beklendiğini kaydetti.

AB ülkeleri içinde kansere en fazla harcama yapan ilk 6 ülke arasındayız

Kanserin en büyük nedenleri arasında bulunan sigara ile mücadelede Türkiye’nin aldığı mesafenin cesaret verici olduğunu hatırlatan Karaman, şöyle devam etti: “Sigara her gün 200 can alıyor. Yılda 90 binden fazla yaşam bitiyor. Türkiye Avrupa Birliği ülkeleri içinde kansere 2.3 milyar Avro ile en fazla harcama yapan ilk 6 ülke arasında. 2030 yılında kansere harcanacak para 10 milyar Avro’ya çıkacak. Dünya Sağlık Örgütü’nün tahminlerine göre kanserden ölümler artmaya devam ederek, 2030’da 13.1 milyon sınırını aşacak.”

Karaman, pasif içici olarak sürekli sigara dumanına maruz kalmanın, sigara içmeyen yetişkinlerde, akciğer kanseri de dâhil olmak üzere, akciğer ve kalp hastalıklarına; çocuklarda ise zatürre, bronşit, astım ve kronik kulak enfeksiyonlarına yol açtığını ifade etti.

Alkolün de önemli bir kanser nedeni olduğunu dile getiren Karaman, şunları kaydetti:” Dünya Sağlık Örgütü, alkol tüketimini en önemli ilk 10 kanser nedeninden biri olarak kabul etmektedir. Tüm kanserlerin ve kansere bağlı ölümlerin yaklaşık binde 35’inin alkole bağlı olduğu kabul edilmektedir. Az miktarda alkol tüketiminin de kansere yol açtığı gösterilmiştir ve tüketilen alkol miktarı arttıkça, kanser gelişme riski de artmaktadır. Alkol ile birlikte sigara içilmesi durumunda, özellikle baş boyun bölgesindeki kanserlerin gelişme ihtimali ayrı ayrı risklerin toplamından daha fazla artmaktadır. Özellikle gelişmiş ülkelerde alkol tüketiminin azaltılması için tedbirler alınmaya başlanmıştır ve bu ülkelerde alkol tüketimi son 20 yıldır azalmaktadır. Ülkemizde ise son 10 yılda 4 kat artış görülmüştür. Ülkemizde de alkol tüketiminin azaltılması için kamuoyu oluşturmaya yönelik kampanyalar yürütülmesi gerekmektedir.”

Yasadışı maddeler arasında en sık kullanılan esrarında sigaraya oranla daha fazla kanser yapıcı madde içerdiğini belirten Karaman, “Esrar, bedende yağ dokusunda biriktiğinden hafıza kaybına, öğrenme ve solunum bozukluklarına neden olabilmekte, kansere yol açmaktadır. Sigara ile karşılaştırıldığında beş kat daha fazla akciğer kanserine neden olduğu bazı araştırmacılar tarafından gösterilmiştir. Uzun süre kullanımı ile bronşit ve akciğer kanseri gibi solunum yolları hastalıklarına yol açabilir” diye konuştu.

Tüm kanserlerin yüzde 43’ünden korunmanın mümkün olduğunu belirten Karaman, bunun için alkol, tütün ve tütün mamullerinin kullanılmaması, sağlıklı ve düzenli beslenme ile fiziksel aktivitenin yaşam felsefesi haline gelmesi gerektiğini vurguladı.